İZMİR
İnsanların başına elbet felaketler gelir. Peki ya şehirlerin?
İzmir, süveydam, kalbim, limanım, ufkum… Gönlüm hiç razı değil senin böyle bir zelzele ile çalkalanmana… Meğer nasıl da korumacı, nasıl da anaç seviyormuşum seni.
İçinde sevdiklerimi saklayanım, korkunu gördüm.
Bir çığlık gibi boğazına düğümlenen sularını gördüm.
Kabuk tutan yaralarının çatladığını gördüm.
Taşlaşan ve bir heykel gibi yaşamdan kopan parçalarının yıkılışını gördüm.
Seni öyle görünce içimden bir yıldız kaydı Smirni.
Ellerinden tutup öpmek istedim. Korkuyla dalgalanan yüzünü avuçlarıma almak ve seni avutmak istedim Smirna.
Geçecek demek istedim, Samorna.
Seni alıp götürmek istedim, Smira.
Sonra seni kaçıracak hiçbir yerimin olmadığını fark ettim Lesmira.
Ve o an senin dışındaki her yer çok yaban, çok uzak, çok vahşi geldi İsmira.
Sana bütün isimlerinle, bugüne kadar taşıdığın tüm kimliklerinle, var ettiğin bütün kültürlerin diliyle seslenmek istedim İzmir.
Yüreğine depremler yürümüş şehrim, yaralarınla seviyorum seni.
Bil ki sen seslendiğinde, her nerede isem artık orada değilim.
Buharlaşıyorum ve sana koşuyorum.
Olanları kabullenmemiz uzun sürecek. Yaralar, izlere dönüşecek. Ve sen bu deneyimle, ‘değer’leneceksin. Halkının hazinesi, insanlarıyla bağ kuran şehrim, evrene emanetsin!