İşte Böyle Bir Şey

Bu yıl, bir boşluğa tekabül eden 27 Mart hakkında özlemden başka yazılacak pek bir şey yok. 

Bu özlemi de bir şeye benzetecek olsaydım şayet, 

Yatak altında saklanmış tuz kokulu bir mayoya benzetirdim.

Düşünün ki, o yıl hiç yaz gelmemiş. Güneş, ışığını tenimize hiç sere serpe sermemiş. Bahara benzeyen ılık bir meltem dışında hiçbir cemre dünyamıza düşmemiş. Yerküre, tabanlarımızı yakacak kadar ısınmamış. Terlikler, sandaletler küsmüş. Hırkalar üzerimizden düşmemiş. 

Düşünün ki yazın enerjisiyle birlikte kapımızı çalan her şey, bu yıl kışın eşiğinde takılı kalmış. Ihlamurlar yerini soğuk içeceklere, pastel tonlar yerini canlı renklere bırakmamış. Şemsiyeler başına “plaj” ekini almamış. Saçlarımıza tuz, ruhumuza harlı bir buz, yanaklarımıza bir çimdik çil yapışmamış. Tatiller ve güneş gözlükleri anlamını kaybetmiş. Döngüsü bozulan evrenimizde hepimizin gönlüne bir hıçkırık sıkışmış. Bahardan sonra yazı bekleyen çocuk hallerimiz hevesini kaybetmiş. Çizgilerinden başka bir şeyi olmayan, boyaları kayıp bir mandala defteri gibi kalakalmışız. Ara ara ağır yatağı kaldırıp, beklerken kokusunu yitirmiş mayoları koklar, avunmaya çalışırmışız.

İşte böyle bir şey. 

Yazını, güneşini, neşesini ve tuzunu kaybeden tüm meslektaşlarımın 27’sini kutluyor, çocukluğunuzdan öpüyorum. 

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer