Aynanın Human Design Tasarımı

Zamanın izini saklayan müzelere gittiğimizde neler görüyoruz?

Bir devrin insanının ardında bıraktığı izleri ve parçaları. O insanlar bu kadar uzak bir tarihte kullandıkları eşyaların bizim gözlerimizle temas edeceğini, bir anlığına olsun o nesne aracılığıyla iletişim kurabileceğimizi düşünmüşler midir? Evet demek de hayır demek de bir sanrı. Sonuçta bizden geriye ne kalacak? diye düşünüyor muyuz derinlerde bir yerde. Bu da yepyeni bir bugün sanrısı. Yarattığımız dijital çağ nereye kadar varlığını koruyabilecek? Taş kadar hükmü olacak mı beş bin yıl sonra? Sorularla dolu bir başlangıç oldu. Zaman denilince böyle oluyor işte. Mayasında bilinmezlik olan bir şeyi ancak bu kadar bulgulayabiliyoruz.

Geçenlerde gittiğim bir müzede yazının kapak fotoğrafı yaptığım aynayla karşılaştım. İhtişam gözlerimi aldı fakat aklımdan çıkmayan bir çelişki vardı. Sergilenen aynaların işlemeli altın ve gümüş sırtını görüyor fakat yüzünü, yani işlevsel tarafını göremiyorduk. Bizim şimdiki ayna kültürümüzü düşününce parçalar havada kalıyordu. Biz sırtı duvara mahkum ediyor ve ihtişam anlamında bir çerçevenin imkânlarına sığınıyoruz. Aynanın yüzü her daim açık. Ayna her daim çalışıyor. Aynanın sürekli bir manzarası var ve o kadraja her ne girerse hiç durmadan bize onu yansılamaya devam ediyor. Oysaki Osmanlı dönemindeki aynalar aralıklarla çalışıyor ve iki yüzleri var. Biri asıldığı ya da bırakıldığı yerde ışıltılı bir edayla bekliyor: Işıl ışıl bir yüz bu. Öteki yüz ise, lazım olduğunda ortaya çıkıyor. İhtiyaç dahilinde görüş alanına giren her şeyi yansılıyor ve görevi bittikten sonra dinlenmeye çekilip kendini karanlığa bırakıyor. 

Buradan yola çıkarak aynanın tarihçesini araştırdığımda pek kıymetli olduğunu zaman aşımı içerisinde daha iyi idrak ettim. Tıpkı konservatuvarda öğrendiğimiz gibi, zamanı kendi koşulları içerisinde değerlendirince akışı daha net kavradım. Aynaların bir yüzü kıymet, öteki yüzü kıyamet. Zaman zaman bu ikisi yer değiştirebiliyor. 

Bir yüz altınlar gümüşler içerisinde zengin, öteki ise alabildiğine sade ve olağan. Geriye bir tek suret kalıyor. 

Aynanın zengin yönü kör, sade yönü alabildiğine görüyor. Belki de her şeyi gördüğü için çabucak yorulup arkasını dönüyor. 

Aynalar bir projektör. Tıpkı Human Design sisteminde olduğu gibi bize olanı gösteriyor ve bunun için davet bekliyorlar. Tıpkı projektör tipi gibi daha çabuk yoruluyor ve daha çok enerjiye ihtiyaç duyuyorlar. Her şeyi görmek kolay mı? 

Peki zamanın ve geçmişin aynalarına bakınca aradaki farkta ne görüyoruz? Bugünün aynaları bir yüzünü kaybetmiş ve çerçeveyle tanışmış. Bugünün aynaları bir işçi gibi durmadan çalışıyor ve hiç mola vermiyor. Oysaki onlar jeneratör değil. Aynalar görüntüleri ödünç alıyor, var etmiyor, üretmiyor… Fakat onların yokluğunda da suretimizi kaybediyoruz. Akis’ini kim iddia edebilir ki? 🙂

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer