Mudanya’nın Kapıları

Kapılar her yıl bir başka boyutla beni eşiklere çekiyor. Bu yıl kapılarımın adresi Mudanya oldu. Sokaklar kimlik kazanmış kapılarla doluydu. Evler kapıların arkasına saklanıyordu. Yalnızca başlangıç vardı. Bir varlığın eşiği ve girişi. Bir adımda aşılacak bir dünya. Tokmakları sarmış bir tuz kokusu. İnsan sesinin değmediği pervazlar. Derisi soyulmuş cepheler. Yenilenmiş renkleriyle bakışları selamlayan duvarlar. Sürgün vermiş saksılar. 

Kapı, bir nesne olmanın ötesinde, kendine dair soyut ve somut binlerce kurgu barındırarak bir kavram haline dönüşüyor. 

Bir kapı nedir? 

Kendinden başka ne olabilir, neye tekabül edebilir? 

Sahibinin yazgısını yansılar mı mesela? Ne zaman çürümeye başlar, terk edildiği anda mı, terk edildiğini idrak ettiği anda mı? 

Ben her biri bir başka ses çıkaran, her biri bir başka susan bu kapılara baktığımda derin bir duygu seziyorum. Bir yere bağlı olmanın gıcırtılı hissiyle, bir yere ait olmanın kolaylığı arasında bir yerde duruyorlar. Zamanla kurdukları ilişkiye göre yaşlanıyorlar. Saklanamıyorlar ama kilitleri var. Zorlanabiliyorlar ama anahtarları var. Tıpkı bizim gibi. 

Buradaki en güncel sorun o içteki yuvaya uygun, onun için tasarlanmış anahtarı yaratabilmek. Çünkü hepimizin kilitlerinin farklı köşeleri, farklı dehlizleri var. İşte tam burada bireysel ve kolektif karşı karşıya geliyor. 

Anahtarın kıvrımlarını belirleyecek olan kim, kapı mı ardında yaşayan sahipleri mi? 

Bu anahtar çoğaltılacak ve başka başka ellerde duracak mı?

Kimler kapının alanına girme yetkisine sahip olacak?

Nihayetinde kapının bireysel sınırlarını kolektif bir alanda tanınır kılması gerekecek. 

Anahtar kolaylaştırıcı bir araç fakat kapının kendisi değil. Tıpkı kapının da evin kendisi olmaması gibi. Bugünlerde hepimiz için onlarca kapı açılıyor. İstesek ve istemesek de kendimizi eşiklerde buluyoruz. Her adım bir seçim. İşin korkunç güzelliği ve çılgınlığı da burada işte; yolun getirdiği her şeye kani olabilme. Bazen yürümeyi bırakıp öylece yolun ortasına uzanıverme… Tam ezilme telaşıyla kıvranacakken yoldan geçecek tüm araçların direksiyonunun bir merkezinde olduğunu hatırlayabilme… Yaralanma payının kendi içinden doğduğunu kabullenebilme. 

Ve en sevdiğim sözün içimde yankılan sesi: “Ama yol nasıl güzel…” 

Kapımızı tıklatanların tınısına,

Anahtarımızı yaratmanın manâsına,

Yolculuğu durdurup yola uzanmanın rahatlığına minnetle…

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer