Sadece Kahraman Olamazsın

“Evrende var olan her şeyin bir tasarımı var.”

Bu cümlenin kripto tasarımlı olduğuna inanıyorum. Beni yollara düşüren daima bu cümle oldu. Human Design öğrendikçe ve onu yaşamın içinde deneyimledikçe belirli evreler önümde belirdi, dağ gibi sivrildi ve zamanla aşındı. Her evrede kendimin bir yönü ortaya çıktı. Mesela zaman ve onu verimli kullanmak konusunda takıntılı olduğumu biliyordum ama bugüne kadar kendime hiç sormamıştım, “Bunun kaynağı nedir?” diye. Manifesting Jeneratör oluşumun bana getirdiği sabırsızlıktan, bazen tanımlı kökümden aldığım baskıdan, bazen de bu baskının vardığı yerin tanımsız kalbim oluşundan kendime dair başka başka bilgiler çıkardım. Kendime dair bildiğim her şeyin bir kat altına iniyordum. Özelliklerimin köklerini ve kaynaklarını görüyordum. Bunlar çoğunlukla bir koşullanma ve inanç oluyordu. 

Haydi bir örnek yapalım. 

Aranızda benim gibi önemli görüşmelere geç kalacağım diye panik yapan, bu yüzden evden bayağı bir erken çıkan, bu yüzden yanında kitap taşıyan, fakat yine işler tamamen ters gittiğinde ve geç kalma riski oluştuğunda panik yapan var mı?

Bu sizin ve benim bir özelliğimiz. Buraya kadar tamam. İyi de neden? Neden geç kalmak istemiyoruz? Ne olur geç kalırsak?

Bizim sorumsuz, güvenilmez, özensiz, dikkatsiz olduğumuzu düşünürler, değil mi? Eminim içinizden buna benzer sıfatlarla bezenmiş cümleler geçiyor. İşte bu bizim inancımız. Böyle düşüneceklerini farz ediyoruz. Onların yerine düşünüp onların alanına giriyoruz. Belki de “Olur öyle, hiç dert etme.” diyecek ve bizimle olan yollarına devam edecekler. Trafikte kalmanın ne demek olduğunu, bazen araçların arızalanabildiğini, bazen insanın giyecek hiçbir şey bulamayıp bir türlü evden çıkamadığını, bazen insanın saati fark etmediğini, haklı ya da haksız görünebilecek binlerce sebeple bir şekilde geç kalınabileceğini inan onlar da biliyor. Buna verecekleri tepki onların alanı. 

Peki bize beklettiğimiz kişinin bizim hakkımızda olumsuz düşüncelere kapılacağını düşündüren ne? Biz öyle mi yapıyoruz? Yüzüne “Olsun.” deyip içimizden kızıyor muyuz? Yoksa direkt yüzüne bunu söylüyor muyuz? O kişi hakkında hemen yukarıda saydığımıza benzer yargılara varıyor muyuz? Eğer bunları yapıyorsak haydi yolu geri yürüyelim. Önce içimizdeki tepkiciyle bir yüzleşelim. Kâğıda yazalım: 

“Ben biri geç kaldığında onun sorumsuz olduğunu düşünen biriyim.”

Diyalog başlasın.

Bunu hep mi yapıyor, yoksa ilk defa mı oldu? Hep yapıyorsa nasıl bir formül üretebilirim, ilk kez oluyorsa bu onun sorumsuz olduğunu gösterir mi?

Bunu hep yapıyor, o yüzden buluşma saati 13:00 ise ben oraya 13:15 – 13:30 arasında gidebilirim. Sanırım dengelenmiş oluruz. / Bunu ilk defa yaptı. Sorumsuz olduğunu göstermez aslında. Çevremdeki kim geç kalmanın sorumsuzluk olduğunu düşünüyor ve bana da düşündürtüyor? Bu inanç kime ait?

Evren bizim dışımızda da kendi örgüsüyle akmaya devam ediyor. Her şeyin bizimle ilgili olmadığı düşüncesine dönersek; belki de buluşacağımız kişi buluşma yerine geldi ve değer verdiği biriyle telefonda tartıştı. Sinirleri bozuldu ve kendine bir kahve alıp biraz düşündü. Bizi beklerken o kişiyi bir daha aradı, konuştu ve sorunu çözdü. Eğer tam zamanında gitseydik belki de onun o gerginliği bizim konuşmamızı sabote edecekti. Hatta bu bir iş görüşmesiyse belki de tatsız geçecek ve bir fırsat eriyip gidecekti. 

Biz sadece kendi hikayelerimizin kahramanı olamayız; başka hikayelere bulaşmak, oralarda rol almak, etki yaratmak, bazen figüran, bazen yardımcı oyuncu, bazen de etkisiz eleman olmak zorundayız. Sadece var olmak bile, kocaman bir etkidir. Varlık, bir dizgedir; an dediğimiz yaşam taneciklerini ahenkle dizer. 

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer