Wolfgang Amadeus Mozart – HD Karakter Tasarımı
Kısa bir süre önce Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment iş birliğiyle hazırlanmış, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği “Amadeus” adlı oyunu izledim. Bu oyunu bir de tam 11 ay önce izlemiştim. Bir yıl içerisinde oyunun iki başrolünün değiştiğini öğrenince yeniden izlemenin ayrı bir heyecanı oluştu.
Oyun Wolfgang Amadeus Mozart’ın hayatını Antonio Salieri çerçevesinden anlatıyor. Böylece Mozart’ın iç dünyasını onu kuşatan bağlam içerisinde inceleyebiliyoruz. Bu durum bana hemen Mozart’ın Human Tasarımı’nın ne olabileceğini düşündürdü ve başladım replikleri tek tek bir yapboz gibi aklımın içinde birleştirmeye…
Oyunun ilk saniyesinden itibaren emin olduğum tek şey, kalbinin tanımlı olduğuydu. Mozart içinde akan gücün boyutlarını sezinliyordu. Bu kaynaktan aldığı güvenle, “Ben bir müzik dehasıyım” diyordu. Sahiden de öyleydi. Kendini kanıtlama çabasının zerresini taşımıyordu. Çünkü zaten müziğiyle vardı, bunu işitme duyusuna sahip olan her insan hissedebilirdi.
Bu noktadan yola çıktığımda, kalbinin hangi merkeze hangi kanalla bağlı olabileceğini düşünmeye başladım. Boğaz merkezine bağlı olamazdı çünkü oyunun başından itibaren Mozart’ın parasızlığı katlanarak büyüyordu. Para kanalına sahip olan biri sesini kabilesi adına kullanırdı. Oysa Mozart’ın belki de toplum içindeki en büyük sorunu, konuşmalarıydı. Konuşurken kendini kaybedebiliyor, durdurak bilmeden ardı ardına cümleler sıralıyor, aralarda küfrediyor, hiyerarşiyi unutuyor ve saray çevresine göre haddini aşıyordu. Tüm bunlar Mozart’ın boğaz merkezinin tanımsız olduğunun ve sürekli koşullandığının ispatı gibiydi.
Kalp/Ego merkezi benliğe bağlı olabilirdi fakat Mozart babası öldükten sonra derin bir kaybolmuşluk hissediyor ve “Kim olduğumu bilmiyorum” diyordu. Benliği tanımsız biri olarak önce babası sonra eşi Constanze’nin tanımlı benliği tarafından koşullanmış ve kim olduğunu bildiği yanılgısına kapılmış olabilirdi. Dolayısıyla üçüncü şık olan, dalak merkezine teslimiyet kanalıyla bağlı olduğu kesinleşti. Kalbin duygular merkezine bağlı olduğunu hiç düşünmedim çünkü duyguları muhakkak kökten gelen tanınma kanalıyla tanımlanıyordu.
Mozart’ın boğazı ve benliği haricinde tüm merkezleri tanımlıydı. Baş merkezi ve zihni arasında kusursuz bir bağlantı vardı. İkisi de tanımlıydı ve 7/24 ilhamı işleyen olasılık merkezleri olarak çalışıyorlardı. Fakat işlenen bu ilham boğazdan ifade bulamıyordu. Benliği tanımsız olduğu için her yöne gidebilir, istediği her şey olabilirdi. Mozart boşluğun senfonisiydi. Tanımlı kalbi ona çekici bir güç katıyor, sezgileri ona yapılanları ve çevresinde dönen dolapları derinden duyumsamasını sağlıyordu. Yüzü olmayan bir yabancı tarafından, kendisinden bir Requiem yazılması istendiğinde bunu kendi ölümü için yazdığını bu merkez sayesinde anlamıştı. Üretmek için enerjisi hiç bitmiyor, tanımlı sakralı onun kendi dengesini bulmasını sağlıyordu. Tanımlı kökü sayesinde yeni olan her fikrin ve melodinin akışına kendini bırakıyor ve duygularının dalgalarıyla sanatını üretiyordu. Hızlı yazmasının, nota akışının kafasının içinde kurgulanmasının ve tanrının kalemi olarak anılmasının sebepleri tanımlı merkezlerinde yanıp sönüyordu.
Salieri imkânsıza tapınıyordu: Bir başkasının tasarımına sahip olmak istiyordu. Bu da bizi Human Design Sistemi’nin yapıtaşı olan öze götürüyor: Her tasarım biriciktir. Herkes kendi tasarımının ışığında tekamül yolculuğunu gerçekleştirir. Salieri bu ilahi plana itiraz ediyor, ne yaptığını, ne ile zıtlaştığını da gayet iyi biliyordu. Belki de onun tekamül planı tanrıya savaş açmak ve kendi tasarımına ihanet ederek potansiyelinin ışığı tarafından sınır dışı edilmekti.
Bir oyuncu olarak söyleyebilirim ki “Amadeus” oyunu İstanbul’da izlediğim en bütünlüklü oyunlardan biri. Oyunculuklardan rejiye, sahne tasarımından kostüm-dekor tasarımına her şey incelikle düşünülmüş. Yönetmen bizim için lezzetli bir oyun tasarlamış.
Gerçek hayatta Human Design Tasarımlarımız kendini kolaylıkla ortaya koyan koyuyor. Auralarımız bizim yerimize konuşuyor. Karakterler sahne gerçekliğinde o denli yaşıyor ki onların tasarımları da kurmaca bir gerçeklik olarak parlıyor.
Gelelim son noktaya, Amadeus’u oynayan oyuncunun kendi tasarımının oynadığı karaktere bir etkisi olmuş mudur?
İki başrol oyuncusunu da izlemiş biri olarak bu soruya “Kesinlikle” cevabını verebilirim. Fakat bu, Amadeus’un tasarımını farklı yansıtacak şekilde işlememiştir. Amadeus, oyunda yazıldığı şekilde Amadeus’tur. Kim oynasa belirli bir rotayı takip edecek ve ortaya aynı çeperde bir karakter çıkaracaktır. Asıl sihirli olan: Oyuncu karakteri yansıtma ve seyirciye ulaştırma işini kendi tasarımının ona sunduklarıyla yapmıştır. Bu da her birimizin eşsiz varlığının ispatıdır.