Dünyanın En Kötü İnsanı – Human Design Karakter Analizi

“Dünyanın En Kötü İnsanı” önce birçok kişiden olumlu yorumunu duyduğum ve bu merakla izlediğim 2022 filmlerinden biri oldu. Bu yıl Cannes Film Festivali’nde Ana Yarışma’da yer alan film aynı zamanda Altın Palmiye için yarışıyor. Yönetmeni Joachim Trier ve senaristi Eskil Vogt, Oslo üçlemesinin son halkası olan bu filmde eşsiz bir yapı kuruyor. Türüne çok rastladığımız bir ilişki zincirini parçalıyor ve her bireyi tekil bir kuyu gibi tüm derinliğiyle görmemizi sağlıyor. Bu derinlik aynı zamanda bireyin karanlığını da önümüze çıkarıyor. Ben bir sinema eleştirmeni olmadığım için bu yorumu tamamen insan tasarımı sistemi üzerinden yapıyorum. 

Gelelim bu filmi eşsiz yapan Human Design Tasarım nakışına… Film benim için eşsiz bir örnek teşkil ediyor çünkü çok nadir gördüğümüz bir Reflektör tipi ile karşılaşıyoruz. Bu tip, haritasında hiçbir merkezi ve kanalı tanımlı olmayan kişileri temsil ediyor. Onlar toplumun ve karşılaştıkları insanların aynası olarak var oluyorlar. Filmin ana kahramanı Julie bir türlü kariyerinden ve yaşamından tam olarak ne beklediğine karar veremiyor. Bugüne dek tanımsız merkezlerinden o denli koşullanmış ki birçok düşüncenin, duygunun, yönün, arzunun, korkunun ve kararın kendisine ait olduğunu sanıyor. Kendisine aitmiş gibi ruhuna giydiği her şey zamanla onu sıkmaya ve “Ben sana ait değilim!” diye bağırmaya başlıyor. Kahramanımız tam olarak bu noktalarda başka koşullanmalara sığınıp hızlıca karar ve yön değiştiriyor. Çünkü dinleyebilceği bir otoritesi ve uygulayabileceği bir stratejisi yok. Aşık olduğu, belki de olduğunu sandığı iki adam da bir süreliğine onun otoritesi oluyorlar. Çünkü onlarla konuşurken kendi sesini duyuyor ve işte ancak o zaman kendisiyle bağlantı kurabiliyor. Peki bu sahiden aşk mı yoksa insanın kendisiyle bağlantı kurabilmesinin verdiği coşkulu haz mı? Bu söylediklerim sistemi bilmeyen biri için çok anlaşılmaz gelebilir fakat Human Design okuması yapanlar ve Reflektörler beni anlayacaktır. Çevre otorite böyle işler: Kişi ancak kendi sesini duyduğunda gerçeklerinin farkına varır. Fakat filmde, karakter sesini her duyduğunda onunla birlikte karşısındaki kişi de dediklerini duymuştur ve onlar tarafından ister istemez yargılanır. Diğer tipler bu kararsızlığı, asıl isteğinin ne olduğunu bilememe halini yadırgamaya yatkındır. Dolayısıyla filmin kuşakları simgelemesinden çok tipler arasındaki anlaşmazlığı simgelediğini düşünüyorum.

Reflektörler bembeyaz bir sayfadır. Her şey olabilme, her şeye dönüşme kabiliyetine sahiptirler. Esneklikleri onların rehberliğidir. Sayfaya yazılan şeyin kendisi olurlar. Yani başta söylediğimiz gibi karşılarındaki kişilere ayna olurlar. Onlara bakan “Aa ne kadar da bana benziyor.” diye düşünebilir. Oysaki gördüğü kendisidir, karşısındaki reflektör yalnızca yansıtıcı rolündedir. Tam da bu sebeple reflektörler toplumun ve bizim özümüzün şifacısıdırlar. Fakat bunu deneyimlemeyi öğrenmeleri için sayfalarına düşen her mürekkebi, rengi ve harfi iyi değerlendirmeleri gerekir. Beyaz sayfa yalnızca kendine ait olmalıdır, üzerine yazılan şeylere değil. Sahiden de bir kağıt düşünün veyahut bir defter. Ona her gün olanları yazarsanız onun bir ismi olur değil mi? Ona günlük dersiniz. Oysaki günlük bir defterin adı değil, yalnızca üzerine tarihler yazılmış bir tasarımın adıdır. O daima bir defterdir. Üzerinde yer alan harflerin ortaya çıkardığı anlam sizin günlerinizin toplamıdır. Bu zor, karışık ve hatta fazlasıyla felsefik bir konu bence. Dolayısıyla reflektörlerin her birinin başlı başına bir hazine olduğuna ve kendi felsefelerinin filozofları olmaları gerektiğine inanıyorum. 

Human Design Sistemi’nde reflektörler için derin bir harita okuması yapılabilir. Ayın takibi öğretilebilir. Seçenekler ve koçluk yöntemleri sunulabilir. Fakat günün sonunda onların sık dokulu bir süzgeç inşa etmeleri ve merkezlerine gelen her şeyi önce buradan geçirmeyi öğrenmeleri gerekmektedir. Filmde Julie’nin durumuna üzülen ve onu anlayan birçok kişi kendi tanımsız merkezlerindeki koşullanmaları tanıdık görüp karakterle bağ kurmuştur. Bir de diğerleri var… Julie’nin ne yaptığını anlamayan, onu tutarsız bulan ve çevresine zarar verdiğini düşünenler. Onlar ise haritalarının çoğu merkezi tanımlı olan, esnemekten uzak düşmüş tasarımlardır. Film bu yönüyle herkesi kendi tasarımıyla da yüzleştiren bir yapıya sahiptir. 

Tam burada filmin ismini seçen ve çeviren kişinin tasarımlarını düşünmeye başladım. Tahmin etmek zor olmasa gerek. Sizce? 

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer