Saul Goodman – Human Design Karakter Analizi
Uzuuun zamandır aklımda dönüp duran ama bir türlü fırsat bulup da yazamadığım bir karakter var: James “Jimmy” McGill. Namıdiğer Saul Goodman!
Bir zamanlar hepimizin aklını başından alan, hâlâ en iyi dizi listelerinin en üst sıralarında yer alan Breaking Bad dizisinde tanıştığımız bu karakter, asıl macerasını bize Better Caul Saul adlı dizide anlattı. Breaking Bad bittikten bir süre sonra yine aynı tasarımcılar – Vince Gilligan ve Peter Gould – dizinin altı yıl öncesinden başlayan olaylar zincirini konu aldılar ve Jimmy McGill başrol olarak sahneye çıktı. Dizinin ilk bölümü, 18-49 yaş aralıklarında 4,4 milyon izleyiciyle kablolu TV’de en iyi dizi prömiyeri rekorunu kırdı. Altı sezon süren dizide bir karakterin adım adım dönüşüm sürecini gördük. Jimmy’den Saul Goodman’a, oradan da Gene versiyonuna… Hiç olmaktan her şey olmaya uzanan bir yolun sonuna şahitlik ettik.
Jimmy, abisinden bambaşka bir tasarıma sahip olan bir çocuktur. Çocukluğundan beri bu farklılığı bir tuhaflık olarak yaşamış ve sürekli koşullanmıştır: “Sende yanlış olan bir şeyler var. Niye benim gibi değilsin?” Oysaki Jimmy çoğunlukla özdedir fakat özü genel toplum kurallarına ve abisinin çizdiği tabloya göre parlak, başarılı, azimli, ahlaklı görünmez. Anneyi ve babayı bu ikiliğin içinde bölüşmüş gibilerdir. Annesi Jimmy’e derin bir sevgiyle bağlıdır ve bu abisi Chuck için çıldırtıcıdır. Chuck her şeyiyle tam bir jeneratördür ve muhtemelen kalbi tanımlıdır. Enerjisinin neredeyse bütünüyle işine ayırır, kurduğu hukuk şirketini zirveye taşır ve kalbinin sunduğu irade gücüyle davalarda inanılmaz savunmalar yapar. Chuck döneminin parlayan yıldızıdır. Çabası ve azmiyle elde etmiştir bunları. Jimmy ise yaşamın kısa yol tuşlarını arayan bir manifestördür. Yani bir gerçekleştiricidir. Anın içinde eyleme geçer ve çoğunlukla eyleminden etkilenecek kişileri düşünmez. Tanımlı dalak merkezinin sezgisel gücü sayesinde günün sonunda mutlaka hayatta kalmayı başarır. Tehlikeli işlere bulaşır ama içinden sıyrılmanın bir yolunu da mutlaka bulur. Ta ki abisi tarafından “doğrusu bu” denilerek oluşturulan bir yaşam düzenine kadar…
Abisinin kurduğu hukuk şirketinde dosya dağıtan önemsiz bir eleman olarak çalışmaya başlar. Bir jeneratör olmak için zorlanmıştır… Jimmy’nin yaratılış itibariyle her gün aynı saat aralığında çalışması ya da işe gitmesi pek mümkün değildir. Fakat düzene uyum sağlar. Çünkü tanımsız kalbi kendisini abisine kanıtlamak istemektedir. Hem bu kanıtlama çabasıyla hem de abisi kalbini geçici süreliğine de olsa ara ara tanımladığı için yıllarca gizli gizli sınavlara hazırlanır ve barodan avukatlık unvanı almayı başarır. Bu durum abisinin ego merkezini zedeler. Adeta farkını ortadan siler. Deli gibi çalışmayan, tüm enerjisini işe akıtmayan biri nasıl avukat olabilmiştir! Bu çılgınlık! Üstelik kendisi gibi değil, ne yöne gittiğini bilmiyor, kurallara uymuyor, her zaman en doğru olanı ve etik olanı seçmiyor! Bu nasıl olabilir! Bu bir tasarımın kırılma anıdır: Bir başka tasarıma bakıp kendi değerlerimiz ve hayatımızla kıyas yapmak. Olmaya gelmediğimiz bir oluşun acısına düşmek.
Jimmy ilerler, kendi hukuk firmasını açar, küçücük bir büroda hayatını sürdürür, suçlulara yardım eder ve kamu davalarını kazanır, pazarlık yapar, ikna eder, arka sokaklardan dolaşır, uzlaşma yaratır, işin tüm gölgesini ustalıkla kullanır, resmen avukatlığın tüccarı olur. Tanımsız benliği onun her şey olabilmesine imkân tanır. Çoğu kişinin yanına yakıştırmadığı bir kadınla sevgili olur ve evlenir. Zihinsel bir hastalığa tutulan abisine yıllarca destek olur. Kocaman bir ofise geçer ve insanlar kapısında kuyruk olur. Sayamayacağı kadar çok parasının olduğu günler görür ve zengin olur. Fakat tanımsız benliğinin bir penceresi hep üşütür: Sevilme isteği. Özellikle de abisi tarafından… Fakat ikilinin arasında çıkan çatışma sonucu davada abisinin ondan nefret ettiği adeta kanıtlanır. Abisinin ölümü karakterimiz için bir parçalanmadır. Çünkü artık kendini kanıtlamaya çalışması gereken bir otorite yoktur. Bu yasın aldığı kararlar belki de ilk defa kalp koşullanmasından özgürleştiği anlardır. Kendisi olmanın rüzgarına kapıldıkça yönünü de kaybetmeye başlar. Tehlikeli işlerin içine girer ve defalarca kez ölümle yüz yüze gelir. Bu defa ego merkezini tetikleyen şey, paradır. Jimmy için paraya sahip olabilmek aynı zamanda güçlü bir iradeye sahip olabilmektir. Kalbin “Sahibim” diyen sesinin peşine düşer ve durakları kaçırır.
Solar Pleksus’u ve Kök merkezi tanımlı olan Saul Goodman tam bir eylem adamıdır. Stresle baş etme yöntemleri ve bir işi her ne şekilde olursa olsun tamamlama becerisi gelişmiştir. Tanımlı Baş merkezi zihnine Mantık kanalıyla bağlıdır ve durmadan çalışan bir sistemi vardır. Bu kanalın yönelimiyle rotası hep gelecektir. Baş merkezinin ilhamını daima bir felaketten kurtulmak için kullanır. Üretimden ziyade hep bir kurtuluş peşindedir. Otorite ve stratejisini kullanmadığı için tasarlayıp durduğu gelecek bir gün üzerine yıkılır. Zekası, sezgileri, duyguları, yakıtı ve boğaz merkezi onu yaşayacağı sondan kurtaramaz. Çünkü eylemlerin bir sonucu vardır. Her eylem kendisinden sonraki bir şeyi istemsizce başlatır. Engel olunamayan başlangıçlar serisi hazin sonların yaratıcısı olur.
Diziyi bitireli epey oldu. Ben karakteri Saul Goodman olarak değil, Jimmy olarak hatırlıyorum. Bir dolandırıcı olarak değil, doğruları sorgulayan ve esneten maceracı olarak hatırlıyorum. Onu yönetmenlerin seçtiği siyah beyaz sonun içinde değil, renkli bir planda sevdiği kadının yanında hatırlıyorum. Jimmy hafızamda hep sevilmek için bin takla atan haylaz bir çocuk olarak kalacak. İşte bu, bütünüyle bir karakter olabilmenin ve bir karakteri tüm arketipleriyle, dönüşümüyle tanıtabilmenin başarısı.
Gelelim son söze… Özden yaşamak ne demek, sorusunu yeniden düşündürdü bu dizi bana. Kaynakları kullanabilmek mi? Tanımsız alanlarda özgürleşebilmek mi? Başka tasarımların kuantumunda duracağın yeri bilmek ve zaman zaman kendini sıyırabilmek mi? Ya da yalnızca kendini bilmek mi? Bilmek, yeter mi? Bu soruların yanıtları hepimizin içinde farklı farklı yankı buluyor. Belki de öz dediğimiz gerçeklik, bizi sıranın dışına çıkaran farklılığı, sıradışı varlığımızı kutlamakla başlıyor.