Butimar – Edebi Şefin Tadım Testi

Butimar… Kaan Murat Yanık’ın 2015’te Kapı Yayınları’ndan çıkan ilk romanı. 2022 yılında ise romanın çizimlerle şenlenmiş yeni versiyonu Ketebe Yayınları’ndan çıktı. Yani Butimar ikinci doğumunu yaşadı. Her iki kitap da kitaplığımda duruyor, hatta tam bir Kaan Murat Yanık koleksiyoncusu olduğumu söyleyebilirim. Çünkü onun bir yazar olarak kelimelere lezzet kattığına ve  kültürleri eşsiz baharatlar olarak kullandığına şahit oluyorum her satırında. Türkçe’yi tüm zaman aralıklarında ustaca kullanıyor ve unutulmaya yüz tutmuş, bazen sadece babaannemin dilinden duyduğum eski deyişleri diriltiyor. Bir Kaan Murat Yanık romanı okuduğunuzda zihninizde kadim bir sözlük uyanacağına ve mutlaka bir kültürle tanış olacağınıza dair size söz verebilirim. 

Gelelim Butimar’a… Bu sözcük o kadar güzel tınlıyor ki daha baştan bizi meraka düşürüyor. Butimar ne ola ki? Pers mitolojisinde yer alan efsanevi bir kuş türü… Kıyıya çöküp denizi izliyor fakat denizden bir damla dahi su içmiyor. Şayet içerse denizin kuruyacağından korkuyor. Kitabın kadın kahramanı da böyle mitolojik bir yapıya sahip. Gerçek olamayacak kadar güzel, rüyadan yapılma bir karakterin taşıyıcısı. Aşk her çağırdığında peşinden gidiyor. Aşkına o denli güveniyor ki romandaki Butimar kendi denizinden yudum yudum su içiyor. Korku yasası kendini başka bir motivasyonla gerçekleştiriyor ve denizi Butimar’ı öldürüyor. Bu benim kurgusal yorumum. Kitap çok başka bir düzlemde ilerliyor. Her zamanki gibi iç içe geçmiş iki yapı içinde başlıyoruz serüvene. İlk yapı konunun çitleri. Bir karakter tanıyoruz fakat peşinden gideceğimiz kişi o değil. Onun vasıtasıyla başka bir hikâyenin içine düşüyoruz. İşte burası, çitlerin koruduğu hazine adası. 

Butimar’ın hazinesi, Yusuf’un öyküsü. Sarı Medrese’de eğitim alan ulvi filozof dostlarıyla sarmalanmış Yusuf, tarihin savaş sayfalarından birinde yaşıyor. Yaradanın birliği altında yaşanan din mücadelesi romanın üzerinde yürüdüğü ana konulardan biri. Savaş, göç, kutsal öz, din ve yozlaşma temalarıyla gerçeğe tutunurken romanın bir tarafı da bizi tamamen bir masal alemine çekiyor. Yusuf’un Butimar’ı rüyasında görmesi, sonra rüyasının karşısına çıkması, hatta her rüyasının bir şekilde tılsımlı bir yapbozdan oluşması, simyaya bulaşması, masalın karnında yürüyen karıncalar, kaplumbağa metaforu, mumun kullanıldığı binbir teşbih… Yusuf ve Butimar kavuşuyor. Fakat Yusuf insan olmanın tuzaklarından geçiyor. Bu anlamda roman Yusuf’un kendi versiyonlarıyla tanışmasını anlatıyor. Tam da burada aklıma şu soru geliyor: Kendiniz hakkında bilmediğiniz neler var? 

Bu sorunun cevabı sonsuz olasılıklardan oluşuyor. Karşımıza her ne çıkarsa bize bizim hakkımızda bir şey söylemek üzere geliyor. İnsan bir potansiyel demeti. İçinde katili de var ermişi de… Coşmuşu da var pişmişi de… Ne olacaksın? Ne olmak üzere bu bedeni kullanacaksın? Bu sorunun anahtarları, anın içinde bize ait olan fakat bütünde sonsuzluk için tasarlanmış iradede. 

Yusuf simyanın peşinden giderken iradesi de maddi aleme teslim oluyor. Yusuf’un altın kavramı şekil değiştiriyor. Başlangıç noktasındaki Yusuf için ömür zaten altınken, romanın sonundaki Yusuf için altın bir cellada dönüşüyor. 

Sizin altınınız ne? Altının değeri nedir? Ya da sahiden altın değerinde olan nedir? Bu anlamda bakıldığında altın her an üretilebilir ve simya yaşamın içinde kendiliğinden akan bir nehirdir. 

Ve tabii ki okurken aklımdan sürekli geçen soru: Yusuf’un nasıl bir Human Design haritası vardır?

Kendini belli eden ilk tanım, kalp merkezi. Hatta 21-45 Para Kanalı ile boğaz merkezine bağlanıyor. Bu kanal Yusuf’a kabilesi adına parayı konuşma, paranın peşinden gitme gücü veriyor. Maddiyat, Yusuf’un kabilesi adına üstlendiği bir gerçekleştirme eylemi. Dolayısıyla geldik tasarım tipine… Ben Yusuf’un bir gerçekleştirici olduğuna inandım. Çünkü roman boyunca onun eylemlerini takip ediyoruz ve çoğu zaman tipinin stratejisini kullanmadan, eyleminden etkilenecek kişileri hesaba katmadan harekete geçiyor. Reddedilme korkusuyla güçlü bir şekilde baş ediyor. Etki uyandırmayı seviyor. Medreseye geç kalışlarından bir jeneratör enerjisine sahip olmadığı ortaya çıkıyor. Aktif bir sakral enerji yerine istekleri ve arzuları doğrultusunda hareket eden bir enerji görüyoruz. Bu da bize ego otoriteli olduğunu gösteriyor. Arzularını netleştirmek ve onların peşinden gidecek iradeyi sağlamlaştırmak açısından güçlü bir karakter. Fakat arzularının peşinden giderken otoritesini stratejisiyle beraber kullanmıyor. Böylece hayatındaki insanları inciten, gitgide daha kendine odaklı, yalan söyleyen, kendi değerlerine ihanet eden birine dönüşüyor. 

Romanda bir de Behzad karakteri tasarımıyla ön plana çıkıyor. Kılavuz kanalına sahip bir Projektör görüyoruz onun kimyasında. Tanımlı benliği ve kalbiyle, kimlik bilincini ve kalbinin sesini dengeliyor. Boğaz tanımı da benlik merkezinin sesiyle birleşiyor. Behzad romanın başından sonuna dek kim olduğunun bilgisini muhafaza ediyor ve değerlerini korumak üzerine eyleme geçiyor. Tipinin stratejisi davet almak. Bunu konuşmalarında ve annesinin ona bulduğu kızla evlenmeyi kabul etmesinde görebiliyoruz. Yusuf’un onu maceraya davet ettiği her an “Evet” diyerek karşılık veriyor. Kendisinin dalak otoriteli olduğuna inanıyorum. Bu otorite nadir bulunuyor ve bence gidişatta Behzad’ın yürüdüğü ermişlik yolunu da aydınlatıyor. Ruslara karşı cesurca konuştuğu anlarda, Yusuf’un planlarına bakış açısında, Yusuf’un ailesine anlatmayı seçtiği şeylerde, tehlikeye yaklaşımında ve sancılı durumları karşılayış biçiminde otoritesinin çalışma mekanizmasını görebiliyoruz. Fakat bir tek Yusuf’un yanında otoritesi devre dışı kalıyor. Hayır demesi gereken yerlerde bile evet diyebiliyor. Bu açıdan bakıldığında iki dostun haritası birbirine benzerlik gösteriyor gibi görünse de özde ikisi bambaşka tekamüller için buradalar. Biri ışığın diğeri karanlığın içinden geçecek. Sadece yolculuğa aynı noktadan, aydınlığın bıçak gibi kesildiği o incecik alandan başlıyorlar. 

Butimar, sayfalarca incelenebilecek bir inanç ve zaaf romanı. İnsan olmanın zamansızlığını ispatlıyor. Yalnızca sonunda, Yusuf’un hikayesinden çıkıp yeniden çitleri görmeye başladığımızda insan kendini çıplak hissediyor. Uykudan yeni uyanmış birinin sıcak yatağından çıktığı anki üşüme geliyor. Kaan Murat Yanık, Uzakların Şarkısı ve Dünyasızlar adlı romanlarında bu üşüme hissini dönüştürmeyi ve çitleri de boyamayı başarıyor. Ben romanlarını değişik bir sıralamayla okuduğum için onun edebiyatının nasıl dönüştüğüne de şahitlik etmiş oldum. Şimdi yeni kitabı Sular Üstünde Gökler Altında bana rafından el sallıyor. 

Sözcükleri kardeş kültürlerle baharatlayan edebiyat şefi, sen hep yaz! 

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer