Gerçekliği Gerçekliğe Kavuşturan Yazar Con Sinov
Geçtiğimiz hafta Masa Kitap’tan çıkan Con Sinov’a ait “Yarının Adamı – Mustafa Kemal’i Anlamak” adlı kitabı okumaya başladım. Henüz yeni Atatürk’ün Human Design Tasarımı hakkında bir yazı yazmışken bu kitabı okumak çok anlamlı bir katkı oldu. Böylece gerçek verilerle Atatürk’ün tanımlı kalbini daha geniş bir mercekte incelemiş oldum. Fakat kitabı okurken beni en çok düşündüren şey böyle bir kitabı ortaya çıkaran yazarın İnsan Tasarımı oldu. Her satırda gözümde bir harita belirmeye başladı. Anlayacağınız bu haftanın yazısı Con Sinov olarak tanıdığımız dehanın tasarımı hakkında.
Kitabın önsözünde yalın ve çok mantıklı bir açıklamayla karşılıyor bizi. Atatürk hakkında yazılmış bunca şey varken ortaya kendi tasarımını, Gerçek Atatürk’ü koymak istediğini söylüyor. Gerçek, hem bir kavram olarak hem de büsbütün hayatın yaşayan bir parçası olarak yazarın söylemi içerisinde çok fazla yer alıyor. Bu da bana Zihin merkezinin tanımlı olduğunu düşündürdü. Kitabın içerisinde dönemi tümüyle yaşatan çok fazla bilgi ve ayrıntı mevcut. Dönemi o zamanın içinde soluk alıp veren insanlardan dinliyoruz. Böylece Atatürk’ün hangi koşullar içerisinde hareket ettiğini ve bu kararları almasına zemin hazırlayan işaretleri görüyoruz. Bu da bize yazarın nedensellik ilkesiyle bir yapı kurduğunu ve iyi bir tarih araştırmacısı olduğunu gösteriyor. Tüm bunlara detaylı aktarımı da ekleyince karşımıza iki kanal çıkıyor:
- Detaylar ve Görüş kapısından oluşan Kabul Kanalı, Organizasyonel Varlığın Tasarımı
- Fikirler ve Uyarım kapısından oluşan Merak Kanalı, Araştırmacının Tasarımı
Biri mantıksal diğeri duygusal bir kumaşa sahip olan bu iki kanal kolektifin temsilcisi. Yani bu iki kanal tasarımın sahibine “Paylaş” diyor. Nitekim o da bunu yazı aracılığıyla gerçekleştiriyor. Tam bu noktada yazarın Con Sinov olarak biliniyor olması bana şunu düşündürdü: Kim olduğu konusunda sabitleri olan tanımlı bir benlikten mi söz ediyoruz yoksa her şey olmaya muktedir fakat ara ara “Ben kimim?” sorusunun çeperine düşen tanımsız bir benlikten mi? Ben oyumu özden yaşayan tanımsız benlikten yana kullanıyorum. Çünkü yazar ismini kullanmıyor; kitabın önsözünde şöyle bir alıntıyı paylaşıyor ve ekliyor: “Onu ne kadar da özenle tanımıyoruz. Oysa sevginin, tanımadan yeşermesi mümkün müdür? Vakti zamanında bir felsefe kitabında; aşk hissinin tanımaktan önce geldiğini, tanıdıkça sevgiye dönüştüğünü okumuştum. Bu durumda biz aslında Mustafa Kemal’e aşığız. Hem de çok aşığız. Ama onu yeterince tanıyamadığımız ve anlayamadığımız için sevemiyoruz.”
Bu sözler sevginin deneyimine ve gerçekliğine erişmeye çalışan bilge bir tanımsız benliğin işaretleri.
Tam buralarda yazarın tipinin ne olabileceğini düşünüyorum. 100. sayfaya vardığımda bir projektörle karşı karşıya olduğuma inanıyorum. Çünkü yazarın genel işleyişinde Jeneratörün hayata karşılık veren enerjisini değil, davete icabet eden, işaretleri takip eden ve işaret etmeye yatkın, odaklı projektör dokusunu görüyorum. Atatürk’ün de bir projektör oluşu farkında olmadan yazarı bu alanda araştırma yapmaya itmiştir. Ve ben yanılıyorsam, yazarımız bir jenetörse, kim olduğunu anlama adanmışlığını Atatürk’ün tasarımı üzerinden gerçekleştirmeye çalışmış olabilir. Ben projektör olduğu inancıyla ilerleyeceğim.
- 18 Bozulmuş olanın üzerinde çalışma – Düzeltme kapısı
- 28 Oyuncu kapısı
- 50 Değerler kapısı.
Bu kapılarının tanımlı olduğunu düşündüğüm tanımsız bir Dalak merkezine sahip. Yani sezgileri ve korkuları aracılığıyla tekamül ediyor ve bu kapıları tamamlayıcı kapılarıyla buluşturmak adına dünyayla iletişim kuruyor. Fakat bunu kendi güvenli alanından yapıyor. Onu göremiyoruz, kim olduğunu bilmiyoruz.
Solar Pleksus tanımı beni düşündürüyor. Çünkü kitapta roman olmaya adım atmış fakat gerçekliğinin altını her an çizen tarafsız bir anlatım görüyoruz. Yazarın anlam, anlayış ve sevgiyi bağdaştırma biçimi, bana bir de baş merkezinin tanımlı olabileceğini söylüyor. Hatta benim de kanallarımdan biri olan Soyut Düşünme Kanalı satır aralarından el sallıyor. Bu da bana bir mental projektör olduğunu hissettiriyor.
Bulanık kalan üç merkez var: Kalp, Solar Pleksus ve Kök. Henüz bu merkezler hakkında bir çıkarım yapamıyorum. Çünkü kitabın içinde bu merkezlerin alanına dair bir işaret göremiyorum. Yazar kitapta kendi sesini değil, Atatürk’ün soluğunu hissettirmek istemiş. Bunu sahiden de hissediyorum. Hatta bu kitap bana Atatürk ile buluşmuşum hissi veriyor. Onu ilk defa bu kadar derin anlıyorum. Bunca yıl hayatını başarıları çizgisinde okudum. Hep azimli olduğunu okudum. Ama nasıl? Tüm bunlar nasıl oldu? Atatürk’ün de benim gibi, bizim gibi, herkes gibi birey olmanın ateşi içinde yürüdüğünü zaman zaman da yandığını görüyorum. Aa o da benim gibi görünür olmak istemiş, o da yalnız hissetmiş, o da iki seçenek arasında sıkışıp kalmış, o da geride bırakılmış, o da kendini ispatlamak için çabalamış, o da hayal kırıklığı yaşamış, o da zamanını beklemiş… Kitabı hep bu sesler eşliğinde okuyorum.
Kitaba başlarken bir hikâye paylaşmış ve “İhtiyacım olan ilham ve cesaret bu kitapta mevcut.” demiştim. Tam olarak öyle oldu. Onun vazgeçmediği, yorulsa da devam ettiği, birikime ve donanıma adandığı her an bana ilham oldu. Yaratılan her can yorulur, mühim olan yorulsan da devam etmektir deyişi bugünlerime cesaret oldu. Atatürk izinden yürüdüğüm Atam’dı, fikirleri ve iziyle bugün hâlâ yaşıyordu. Bu kitap içimde her manada Atatürk’ün dirilmesini sağladı. Ona Atam diye hitap edilmesini sevmediği bilgisiyle, zihnimde Yarının Adamı uyandı ve söylediğim her şeyi yeniden tatbik etmem gerektiğini bana hatırlattı. Atatürk yaşıyor olsa “Niye benim izimden yürümeyi tercih ediyorsunuz, kendi yolunuzu hür iradenizle çizme cesareti göstermiyorsunuz?” diye sorardı. Tanımlı kalbi tanımını ilan edene kadar o da varoluş sancısı çekmiş ve insan olmanın kaidesini hecelemişti: Neye mazhar olacağı kişinin iradesine bağlı ömürlük bir çabadır.
Con Sinov’a eşsiz tasarımını tam potansiyel kullanıp bize böyle bir gerçeklik armağan ettiği sonsuz teşekkür ediyorum.
Hayata ve ruha katkı olsun.