Ocağın Altını Kısan Hüsran: Aynı Zamanın Boşluğu
Yeni bir yılın ilk sabahına uyandınız. Zaman aynı zaman. Gün aynı gün. Gözlerinizi açtığınız sabah başka bir zamana aitmiş gibi görünüyor fakat daha dün gece coşkuyla arkada bıraktığınız geçmiş zamanın kopyası. Olan olmayan aynı, başlangıç ve bitiş aynı; geçmiş zaman hiç geçmeyen bir devinimle şimdi’de yaşıyor. İşte hüsran. Dün gece 10’dan geriye doğru sayarken içimizde bir yıldız kaymıştı; hani her şey farklı olacaktı?
Bu hikayenin başlangıcı her yıl 1 Aralık’ta kendini hatırlatır. Aralık ayı bir “son bilinci”dir. Yılın son işleri, yılın son koşturmacaları, yılın son projeleri, yılın son acıları, son yalnızlıkları, son anlaşmazlıkları, son farkındalığı, nihayet son yemeği ve gecesi, oldu yılbaşı eğlencesi. Bu bilinç bütün ayı kaplar ve insana garip bir his kodlar: Bir defteri daha kapatıyoruz. Çünkü insan, farklılıkları aynı seyirde ve düzende yaşayan döngüsel bir varlıktır. Başlamaya ve başladığı şeyi bitirmeye programlanmıştır. Tıpkı ömrü gibi.
334 gün boyunca mücadele ettiği yılın bitiş çizgisi görününce rahatlar. Her ne olmuş olursa olsun yılı tamamlayacaktır. Yıl tamamlanınca kalbinde ve zihninde de bir devir kapanacaktır. Yeni ajandalar, defterler alınır. İlk sayfalara yeni kararlar yazılır. Bu yeni gibi görünen kararlar da aslında hep aynıdır. İnsan aynılığın farklı suretlerde tekrarıdır. Tıpkı biricik ömürleri gibi. Önümde duran el değmemiş 365’te yeni yerler, yeni lezzetler, yeni kültürler keşfetmek istiyorum, diye yazar hayalden mayalı hedeflerine. Yeni işlere girişmek, yeni bir aşkın habitatına düşmek, gelişmek, değişmek ve ilerlemek ister. Tüm bunların sonucunda yeni kazanımlar, yeni değerler, yeni kazançlar elde etmek ve daha önce çizgisini hiç geçmediği aydınlıkları keşfetmek ister. Aynı maddeler geçen yıl da ajandaya işlenmiş, bazıları gerçekleştirilmiş bazıları kâğıt üzerinde asılı kalmıştır. Bunun hiçbir önemi yoktur. Çünkü zaten o satırlara kendini var eden ihtiyaçlarını yazmıştır. Dilediği, istediği her şey doğasıdır. İnsan istese de istemese de büyür, reddetse bile kendi gölgesi boyunca gelişir ve karanlığını deneyimlediği gibi kendine ait aydınlıkları da görür. Her gün, her olay, her uyanış yenidir. Sürekli her şeyin aynı olduğunu iddia etse de, varlığından korkup inat etse de insan “yeni” denilen kavramın paketini yırtmak zorundadır. Her insan yeni bir varoluş modeliyken ve yaşam zaten her an yenileniyorken tüm bunları evrenden dilemek nedendir? Anın içinde organik bir şekilde olan’ı yokmuşcasına talep etmek, akışla temas etmediğimizi gösterir. Bu tıpkı birinin denizde yüzerken bir deniz tatili hayal etmesi gibidir. İnsan, ajandasına yazdığı maddelerle arasındaki somut mesafeye, bu temassız yapaylığa alışmıştır.
Yeni yılın coşkusu ve yaldızı ortadan çekildiğinde, takvimler ocak ayını geçtiğinde insanlığın içinde bir boşluk yankılanır. Yeni bir yıla adım atmanın korkusuyla yeni bir yılda hiçbir şeyin yeni olmadığının bulgusu aynı yere tekabül eder, sıkışır. İnsanoğlu bu kabusta rüyalarını bırakır. Böylece aralık ayında harlanan ocağın altı kısılır. İlk dakikaları havai fişek gösterisi gibi başlayan ocak ayı içimizdeki kuşların canına okur. Ürkektir. Tatsızdır. “Eee?” sorusunun nidasıdır. Ocağın altını kıstıran bu hüsran, bize ait değil. Zaman aynı zaman değil. İçinde yüzdüğümüz bu beden aynı değil. Yeni yılın bize kendimizden başka bir vaadi yok. İlerlemekle mükellef ömürlerimiz dolu dolu bir fotoğraf albümü olmak için yaşanmıyor. Bazen insan tek bir şeyi oldurmak için bir ömür harcıyor.
Şimdi adına 2024 denilmiş, bize yeni takvimler bastıran bir döngü daha başladı. Yine aynı şeyler bambaşka formlarda ve hesabı olasılıksız bir sıralamayla gerçekleşecek. İçimizdeki ocağı söndüren felaketler ve içimizde yangın çıkaran güzellikler aynı yılın içinde tezahür edecek. Umutla bağdaştırılan aynı baharın ardından “Önceki yıllarda bu kadar sıcak olmamıştı” dedirten aynı yaz, tatilden normale hicret ettiren aynı eylül ve aynı sonbahar depresyonlarının ardından nihayet aynı aralık, aynı ajanda, aynı ocak, aynı har, aynı boşluk. Bu böyle sürüp gidecek. Çünkü insan ölüme kadar süregelen bir candır. Büsbütün kendisi doğanın içindeki farklılıktır. Bu potansiyele uyanana kadar her şeyin aynı olduğunu sandığı bir dünyada aynı sabahlara uyanacak, aynı gecelere baş koyacak, aynı sebeplere göz yumacak ve kendi sandığı bir kabusun içinde uyuyacaktır. Eşsiz yaratılanın farklılık aradığı ve yeni yıl listelerinde yenilik sayıkladığı bu dünya mizahi bir illüzyondur. Tıpkı insan ömrü gibi.
Ocağın altını açık unuttuğumuz bir yıl olsun.
İpek Sözen