Artık Şubatlar Buz Gibi Yangınlı

Bu Şubat ayında kar bekleniyormuş. Geçen yıl yağmadığı için bu yıl iki katı yağış olacak, gökyüzü içinde tuttuğu iki yıllık karı yeryüzüne boşaltacakmış. Bu yıla da tam bu yakışırdı. Çünkü zaten geçen Şubat’tan bu yana her şey iki kişilik, her şey çoğul yaşandı. Bu yıl herkes sevdikleri için, kayıplarının yerine hayatta kaldı. Ki bu bir utanç yangınıydı. “O da böyle olmasını isterdi…” cümlesinin rehberliğinde lokmalar yutuldu, su yudumlandı, ufka bakıldı, yeni bir sabaha gözler açıldı, çorbalar kaşıklandı, çadırlar kuruldu, ocaklar yakıldı, adımlar atıldı, ayağa kalkıldı. Bu yıl binlerce insan yüreğinde bir yangınla her şeyi bir başkasının ruhuna ithafen yaşadı. Çünkü yüreğimizdeki enkaz ancak böyle, onlarla yaşamaya devam ederek kalkardı. 

Önce herkes en önemli parçası kayıp bir yapboz gibi merkezinde uğultulu bir boşlukla yapayalnız kaldı. Bu boşluk öyle ağırdı ki tamamlanmış diğer parçalar anlamsız ve yalnızdı. Yaşamın buradan sonrası nasıl sürer bu yangınla? sorusu insan olmanın en kudretli yönünü ortaya çıkardı: Devam edebilmek. Soluk varsa hayat var, hayat varsa ihtiyaç var, ihtiyaç varsa beden var, beden varsa acı var, acı varsa anlam var, anlam varsa idrak vardı. İdrak ettikçe insan toparlanacaktı. Günler geçmeye başladı. Nefes al ver. Gözyaşıyla iman tahtana saplanan bıçağı çek çıkar, nefes ver. Ağrıyan göğüs kafesine yumruğunu bastır, nefes al. Zaman nefesle ilerledi. 

Sonra herkes birbirini kaybıyla görmeye başladı ve hikâyeler oluştu. İnsanlığı bir deri gibi saran görünüş ortadan kalktı ve insan etten kemikten bir özle ortaya çıktı. Kendini, kaybettiği kişinin onu sevdiği gibi ve onun sevme biçimiyle sevmeye başladı. Bu asla yapbozu tamamlamazdı ama bütünlüğü sağlardı. Böylece acılar ve an arasında bir anılar köprüsü kuruldu. İnsan yaşama tutunmanın yolunu buldu: Hatırlamak.

“Bugün alelacele bir şeyler pişireyim derken yine uydurma bir yemek icat ettim. Bal kabağı vardı içinde, inanmazsın onu bile sevdim. Bulaşıkları yıkarken aklıma bu yemeği ne kadar seveceğin geldi. Sana pişirebilseydim… Eminim afiyetle yer, bu yemeğe bir isim yaratırıverirdin.”

“Pinhani’nin ‘Sakinleştim’ diye bir şarkısı çıktı. Dinlesen bayılırdın. Ben senin için de dinledim. ‘Tuz bastım yarama, belki sonsuza kadar sustu yüreğim’ kısmında gözyaşlarımı tutamıyorum ama. Neyse ki şarkı buradan sonra hareketleniyor da hemen toparlanıyorum.”

“Bugün bir alışveriş sitesinde gezerken geçen yıl sana aldığım kazağı gördüm. Göğsüme aynı sancı saplandı. O kazak şimdi karanlık bir yerde saklı. Seni bekliyor. Arada giyerim dedim ama yapamıyorum.”

“Bugün okuduğum kitabın kahramanı senin adını taşıyordu. Kitap hiç bitmesin, karakterin upuzun bir ömrü olsun istedim.”

“Bugün elim yanlışlıkla çarptı ve Ahmet Kaya’nın bir şarkısı açıldı. ‘Bir kardeş selamında seni aramak var ya… Bu hep böyle böyle gider mi?’ Günümün buradan sonrası tuz gibi dağıldı.” 

“Bugün sokakta yürürken birini sana o kadar çok benzettim ki… Yavaşladım, durdum, arkasından baktım. Hani Özdemir Asaf diyor ya,

‘Bir akşamüstü pencerenden bakıyordun

Ağır ağır, yollara inen karanlığa.

Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.

Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..

O geçen ben değildim.’

Sen değildin ve bunun olasılıksızlığı beni mahvetti.”

“Bugün bir bebek gördüm. Anne babası hafızasına kaydetsin diye sürekli sözcükleri tekrarlıyordu. Aramızda bir sohbet başlayınca ben de katıldım aralarına, sözcükleri tekrar etmeye başladım. Göğsüme aynı sancı saplanınca hatırladım; bazı hitapları uzun süredir seslendirmemişim. Bir daha da kimseye öyle seslenemem.”

“Yılbaşı yemeğinin yanına tatlı olarak helva kavurmak istedim. İçim bas bas itiraz etse de irmiği tencereye döküverdim. Bir de baktım ki kurtlanmış. Aynı sancı. Aniden. O an anladım. Ben seni bir önceki yılda bırakıp, içinde hiç olamayacağın yeni bir yıla nasıl gireceğim bilmiyorum.” 

“Bugün yengeç dolunayı var. Çok saçma ama o burcun senin burcun olduğunu biliyorum ya… Göğe bakarken garip bir şey oluyor içimde. Orada olmadığını biliyorum ama artık gökler aynı anlamı taşımıyor. Sanki orada bir izin, sonsuzluğun varmış gibi gözüm hep bulutlara takılıyor.” 

“Telefon şirketinden aradılar. Hattını kapatmak için güncel bir görüşme yapmak göğsüme kurulu dağı biraz daha büyüttü. Resmi yerlere resmi bir şekilde senin kaybını anlatmak, içimdeki bu yangınla bu işlere koşmak o kadar zor ki…”

“Özel günler artık daha özel. Kutlanmayacak kadar özel ve yaralı. Doğum gününde bir mumun başında ağladım. Sen benim içimde bir yaş daha aldın. Kendi doğum günümde ömrümün buradan sonrasında sensiz ne yapacağımı düşündüm. Barış Manço’nun ‘Bugün Bayram’ şarkısını dinlerken ilk defa sözlerdeki acıyı fark ettim. Kederi olan yangını yüz kilometre öteden tanıyor, kokusunu alıyor işte. Aynı acıda buluşanlar için sancının derinliği bir sır değil.”

“En sevdiğin filmin devam filmi vizyona girdi. Henüz gitmedim. Gidebilir miyim emin değilim. Bir komedi filminde neden hüngür hüngür ağladığımı kimseye açıklamak istemem. Sinemada gülmekten kıpkırmızı olduğun o anı aklımın en görünür yerine bir tablo gibi astım. Gözlerimi kapattığımda o mutlu halini görüp avunuyorum.”

Dünya dönüyor. Kalp atıyor. Akıl işliyor. Kar bekleniyor. Artık bir ömür yalnızca sahibine ait değil, kolektif bir hatırla, hikâyelerce yaşanıyor. Bu Şubat, buz gibi kar, yangınıyla bir yıl geçirmeyi başarmış insanların üzerine, evlerine, çatılarına yağacak. 

Sönmek mümkün değil, küllenmek de öyle.

Unutmak mümkün değil, iyileşmek de öyle. 

Ancak hatırlayarak kendi merkezimizde sakinleşebiliriz. Gözlerimizin ardında bir yerde onlar hep en mutlu halleri ve gülüşl

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer