Nuri Bilge Ceylan – Human Design Karakter Tasarımı

Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üstüne” adlı ödüllü filmiyle nihayet buluştuk. Külliyatını az çok bildiğim ve yıllar içinde takip ettiğim için yönetmenin tasarımı hakkında kafamda bir şeyler oluşmaya başladı. Yani bu yazı bir film yorumu değil, filmin akışı üzerinden yönetmenin tasarım analizi. Biliyorsunuz ki benim tasarladığım akışta bir haritaya bakarak yorum yapmak yerine bir insana bakarak haritayı kafamda oluşturmak var. Çünkü özünde gerçek bu: Haritamız nasıl olursa olsun önemli ve belirleyici olan tek şey bizim onu nasıl yaşıyor olduğumuz. 

Filmi izlerken haritaya dair düşündüğüm ilk şey yönetmenin baş merkezinin ve zihninin kesinlikle tanımlı oluşu oldu. Çünkü Nuri Bilge Ceylan’ın bütün filmlerinde iki karakterin derin derin sohbet ettiği uzun bir sahne vardır. Bu filmde Nuray ve Samet’in ellerinde şaraplarla başladıkları konuşma yoğun bir kolektif-bireysel çatışmasına dönüştü. Bu anlamda karakterlerin kanallarının kolektif ve bireysel devrede yoğunlaştığını tahmin etmek zor olmadı. Anlamın ince ince işlendiği ve karakterlerin üst düzey bir doğallıkla oyunculuk sergilediği bu sahneler bana yönetmenin baş merkezinin farkındalık kanalıyla zihne bağlandığını düşündürdü. Filmi beraber izlediğim kişi yapılandırma kanalına sahipti ve “Bu yönetmenin filmlerinde sanki bir fotoğraf görüyoruz ve o fotoğraf bir anda canlanıyor, o dirilmenin içinde an hareketleniyor, karakterler konuşmaya başlıyor.” diye bir yorumda bulundu. Bu yorumun doğruluğu bana Nuri Bilge Ceylan’ın aynı yapılandırma kanalı ile yani deli dahi tasarımıyla boğaza bağlandığını düşündürdü. Boğazın da tanımlı olduğuna karar verdikten sonra geriye bu tasarımın tipinin ne olduğu kaldı. 

Filmlerdeki karakterler ve akış bana onun bir projektör olduğunu düşündürdü. Enerji üreticisi olan bir jeneratör enerjisi hiç hissetmedim. Tersine yönetmenin ortaya koyduğu bakışta hep anlamı işaret eden, oyuncuya rehberlik eden, sanatsal bir liderlik var. Bunu onunla birlikte çalışan oyuncuların kendi ağzından da duyuyoruz zaten, hepsi sürecin içerisinde bir öğretiden geçtiklerini söylüyorlar. 

Ve geldik son parçaya… Nasıl bir projektörle karşı karşıyayız? Yani yönetmenimiz bir projektör olarak nasıl bir tip sergiliyor. Bir enerji projektörü olduğunu düşündüm çünkü üç saatlik filmleri çekmek için bir motor merkezin enerjisi şart. Bu motor merkez benim tahminime göre kök. Kökün Solar Pleksus’a bağlanma şansı yok çünkü yönetmenin ortaya çıkardığı oyunculukların hiçbirinde duyguları tanımlı olan biri yok. Dalağı,kalbi,zihni ve baş merkezi tanımlı, yönünü arayan, enerjiyi dışarıdan alan ve kendisine ait olmayan duyguların içinde çalkalanan karakterler çıkarıyor ortaya. Eğer yönetmen kendi karakterini projekte ediyorsa o halde dalak merkezi tanımlı olan bir mental projektörle karşı karşıyayız. İki seçeneği de olası buluyorum. 

Gelelim emin olduğum bir konuya… Benliğinin kesinlikle tanımlı olduğunu düşünüyorum çünkü her filmde aynı yapıyı tekrarlıyor. Kim olduğunu tanımlayan, esnemeyen, yönünü bilen bir stili var. 

Nuri Bilge Ceylan, “İnsan yaptığı sanata kendi tasarımını mı yerleştirir?” sorusunu cevaplamak adına şahane bir örnek. Her filminin özüne kendini ufalıyor ve homojen bir karışım elde edene kadar hikâyenin içine karıştırıyor. İnsan ve doğa silüetleri içinde onun parçaları gülümsüyor. 

Hayata ve ruha katkı olsun.

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer