Tanımsız Benlik Üssü Alice – Human Design Tasarım İncelemesi

Sonunda uzun zamandır gitmek istediğim bir tiyatro yapımını izleme imkanı buldum: Alice. Çağın en büyük yankısı “Ben kimim?” sorusunu merkeze alan Alice, hepimizin bildiği bir hikâyeyi bugünün sanal-gerçek yanılsaması üzerinden işliyor. Kimlik ve yön arayışı deyince de aklıma hemen tanımsız benlik merkezi geliyor… Dolayısıyla metni yazan/uyarlayan/tasarlayan Aylin Alıveren ve Murat Uyurkulak’ın benlik merkezlerinin tanımsız olduğunu düşünüyorum. Tanımsız benlik merkezine sahip biri olarak bu merkezin yaratıcılık konusunda sınırsız bir esnemeye sahip olduğunu biliyorum. Bir metni kendi zamanın dışına çıkarıp güncel zamanla birleştirmek konusunda şahane bir başarı ve esneklik görüyoruz. Benlikten esen o “Ben kimim?” sorusunun tetikleyicilerini oyunun içine çok güzel yerleştirmişler. Fakat Human Design Sanat başlığı altında hep anlattığım gibi tiyatro bir ekip işidir ve ekipte yer alan her bir insanın tasarımı oyunun gidişatını etkiler, değiştirir. Yönetmenin Human Design tasarımı oyunun birçok yerinde metni kesintilere uğratmış ve performansı ön plana çıkarmış. Alice görsel tasarım ve yönetmen bakış açısı olarak teknolojinin tüm olanaklarını kullanmış, oyunu, sahneyi dijitalleştirmiş, zamanın ötesinde bir oyun. Oyunun her anında şahane bir prodüksiyon görüyor, kalabalık bir kadroyla karşılaşıyoruz. Kostümler ve aksesuarlar tam bir görsel şölen… Dansçılar, havada süzülen oyuncular, şarkılar, hepsi üstün bir performansla hayran bırakıyor. Fakat iki ay önce canlı bir performans olarak izlediğim Aşık Shakespeare sonrası içimde uyanan his yine ortaya çıkıyor: Hikâye bütünlüğü. Kostüm, dekor, koreografi, ışık, ses, prodüksiyon, bir bütün olarak sahneye dair her şey sizi bambaşka bir dünyanın içine götürüyor. Fakat bu iki dünyada da eksikliğini duyduğum şey hiç geçmiyor. Durum böyle olunca her iki oyunun da yönetmeni olan Serdar Biliş’in nasıl bir tasarıma sahip olduğu fikri aklımda dönüp durmaya başladı. 

Düşündüğüm ilk şey baş ve zihin merkezinin tanımlı olup olmadığı oldu. İkisinin de tanımsız olduğunu düşündüm çünkü sahnede tanımsız baş merkezinin o dolup taşan fikirlerini görüyorum fakat tanımlı bir baş merkezinin yapacağı seçilimi görmüyorum. Her sahnede kalabalık bir kadro yer alıyor ve sürekli bir eylem gerçekleşiyor. Dikkatim oradan oraya zıplıyor. Bir yere odaklanıp, izlediğim karakter, durum ve an hakkında anlam üretemiyorum. Bu iki merkez sonsuz olasılığa kapı açtığı anlarda özden yaşıyor fakat filtreleme yapmadığı her an tüm olasılıklar aynı anda gerçekleşip bir curcuna yaratıyor. Anlama hizmet eden bütünlüğü yakalamak hem tasarımlarımızın hem de yaratımlarımızın en öncelikli konusu. 

Her oyunda oyunculara yüklenen müthiş enerjiyi görünce tasarım tipinin manifesting jeneratör olduğunu düşünüyorum. Tipini belirleyen kanal ise 21-45 olabilirmiş gibi geliyor. Çünkü Solar Pleksus’un, yani duygular merkezinin tanımlı olduğunu düşünmüyorum hem de bu kanalın maddi manevi kaynaklara erişim sağlayan, anlatma ve aktarma konusunda üstün olan mekanizmasını prodüksiyonla bağdaştırıyorum. Bir başka ihtimal de 20-34 kanalıyla manifesting jeneratör oluşu. Anda sezgisel ifade yeteneğini yönetmenin oyunculara bakış açısında görüyorum. Dolayısıyla konumuz kalbin tanımlı olup olmadığına geliyor. Enerji olarak kalbin tanımlı olduğunu hissediyorum yani 21-45’i seçiyorum.

Oyunlarda enerji, hareket/eylem, güç/irade ve ifade/gerçekleştirme görüyoruz. Yani sakral ve kök tanımlı. Onları bağlayan ve tanımlayan kanalın 3-60 Mutasyon kanalı olduğunu düşünüyorum. Zira oyunların kendisi bile alışılagelmiş prodüksiyonun mutasyonu. Enerji ve eylemin bu denli ahenkli olduğu oyun görmek izleyici için büyük şanstır. 

Gelelim en belirleyici şeylerden biri olan benlik merkezine. 1-8 yaratıcılık kanalıyla boğaza bağlanan tanımlı bir benlik olduğunu düşünüyorum. Çünkü her oyunda aynı yoğun performans örgüsünü deneyimliyoruz ve olağanüstü bir yaratıcılıkla karşılaşıyoruz. 

Elbette bu yalnızca bir ilk bakış. Oyuncuların tasarımlarını inceleyebilsek ya da benim yöntemimle hayal edebilsek ortaya binlerce bağlantı çıkardı. Böylece oyunun tasarımını da net bir şekilde bilebilirdik. Hiçbirimiz ne özel hayatta ne de sahnede, sanatta tek başımıza değiliz. Biriz ama tek değiliz. Tekilliğimiz farkında olmadan sürekli başka tasarımlarla birleşiyor ve ortaya kuantum versiyonlarımız çıkıyor. Ben Alice Müzikali’ni izlerken büyülendim. Gerçekleşmiş fikirler ve olasılıklar görmek şahaneydi. Kendi tasarımımın itkisiyle içim hep hikâyeyi takip etmek istedi. Ara ara tüm şarkıların ve dansların durmasını ve ortada yalnızca gerçek kimliğini arayan Alice’in, yani bizim kalmamızı istedim. Bu da benden, rüzgâr alan tanımsız benliğimden ötürü… 

Alice’in aradığı,

Yazarların sözcüklerle ifade etmeye çalıştığı,

Yönetmenin bakışıyla görünür kıldığı, 

Oyuncunun var etmeye çalıştığı,

O şey,

O duygu,

Özünde kocaman bir merkez.

Kendi olmanın üssü, kendiliğin elması. 

Hepimize,

Kendi şarkımızı yazdığımız,

Söylemeye ses, cesaret bulduğumuz kimlikli bir dünya diliyorum.

Hayata ve ruha katkı olsun. 

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer