Kuş Uçuşu – Human Design Karakter Tasarımı

Geçtiğimiz hafta Kuş Uçuşu’nun son sezonu yayınlandı. Birçok kişi dizinin finalini göz önünde bulundurarak bunun son sezon olmayacağını, devamının geleceğini düşündü. Fakat Netflix net bir şekilde karakterlere can veren oyunculara teşekkür etti ve dizinin gerçek finalinin bu olduğunu ilan etti. Kuş Uçuşu dijital platformlarda yayınlanan Türk dizileri içerisinde gerçekten çok özel bir yere sahip. Dizinin alt metnini ve temasını senaryonun her anında görüyoruz. Birlikte yaşamak ve birlikte çalışmak zorunda olan kuşakların ilişkisini işleyen Kuş Uçuşu, temel aldığı iki kuşağı aslan ve kuş metaforuyla anlatıyor. Sahneler akarken fonda anlatıcı hikâyenin metafor üzerinden gidişatını anlatıyor. 

Yılların emeği, gücü ve iradesiyle ormanların kralı aslan

Ve

Zamanın ötesine sıçrayabilen zekâsı, sabırsız tutkusu ve eylemselliğiyle göklerin hakimi kuş…

Bu bana hemen bu iki hayvan türünün simgesel bir Human Design tasarımı olsa nasıl olurdu acaba sorusunu düşündürüyor. Aslanların ve kuşların tür olarak genel özellikleri hesaba katıldığında; aslanlar kalbi tanımlı, dalağı köke mücadele kanalıyla bağlanan bir gerçekleştiriciymiş gibi geliyor. Kalp tanımını hem kılavuz kanalıyla hem de cemiyet-dostluk kanalıyla kazanıyor. Aslanlar kabileye, kabile içindeki yerlerine önem veriyor. Onlar için vefa en kıymetli duygulardan biri. Sevilir sayılır biri olmak iradelerini güçlendiriyor. Sezgileri savaşmak için uyanıyor. Hayatları mücadele-başarı arasındaki yolculukta geçiyor. Emek-talep-güç denklemiyle kalbini tanımlıyor.

Gelelim kuşlara… Kalp tanımını para kanalıyla kazanan, sahip oldukları üzerinden iradesini tamımlayan, talep-değer-ben denklemiyle gücünü koruyan bir gerçekleştirici. Sezginin sembolü dalak merkezi yetenek kanalıyla boğaza, yargı kanalıyla köke bağlı. Duyguları tanımsız fakat zihni tanımlı. Duygular dünyanın kendisinden geliyor fakat zihin sürekli fikir işliyor. Benliği kesinlikle tanımsız kuşlar… İstedikleri yere istedikleri zaman kanat çırpabiliyor ve değişimin esnekliğini yaşıyorlar.

Ben böyle hayal ediyorum bu iki tasarımı. Aslında bu yazıya Lale Kıran ve Aslı Tuna Human Design tasarımlarını yazmak amacıyla başlamıştım. Onlar yerine simgelerini yazmış oldum. Karakter özelinde detaylara bakacak olursak, Lale Kıran’ın otoritesi kesinlikle Solar Pleksus, yani duygu otoritesi. Netleşmek ve karar vermek için beklemesi gerekiyor. Stratejik olarak eyleme geçerken o eylemden etkilenecek kişileri bilgilendirmesi gerekiyor. Otorite ve stratejisiyle yaşayan bu kadın elbette dolu dolu bir kimlik elde ediyor. Fakat onu vuran mermi de tam buradan, tanımlı benliğinden geliyor. Benliğinin tanımları, yani kimliği, yönü ve sevgisi o kadar net ki zamanla katılaşmış. Lale Kıran bu üç sezon boyunca kimliğini özden yaşamayı öğreniyor yani esniyor. Kalbinin tanımını iz bırakmak için kullanıyor. Gençlere kılavuzluk ediyor, yol gösteriyor, alan açıyor ve onlar tarafından tanındıkça ve saygı gördükçe kalbin “Ben.” diyen sesini duyuruyor. Kalp sahip olmak ister, “Sahibim” diyebilme gücünü, bu sesi sever. Lale Kıran, Lale Kıran olma haline sahip. Fakat bu yeterli mi? Ya Lale Kıran’ın henüz keşfedilmemiş halleri ve potansiyeli? İşte bunun cevabı son sezonda. 

Aslı, tanımlı kalbinin arzu ettiği gücü elde edebilmek adına bütün yasakları çiğniyor ve bütün kırmızı çizgileri geçiyor. İlk sezonda bunu yoğun bir şekilde görüyoruz. Tanımlı bir merkezini, kalbinin gücünü sağlıksız bir şekilde yaşıyor. Aslı’nın otoritesi, kalbin ego devresi. Ego otoritesinin yönlendirdiği üzere istediği şeylerin peşinden gidiyor fakat bunu yaparken stratejisini kullanmıyor. Kimseyi bilgilendirmiyor, aksine sürekli sosyal medyayı kullanarak görünmez bir şekilde kimliksizce mücadele ediyor. Lale Kıran kadar kimlikli biri için bu çok sinsi bir yaklaşım. Ego otoritesinin “ben!” diyen sesi o kadar yüksek ki Lale ile yakınlaştığında bile sürekli sen-ben siz-biz gibi ayrımlarla konuşuyor. Dalağının tanımsız olduğunu düşünüyorum çünkü çoğu zaman korkması gereken şeylerden korkmuyor ve tehlikeyi hesap edemiyor. Oysaki dalağı tanımlı olan Lale, Aslı bir asistanken ve ortada hiçbir sebep yokken bile sürekli sezgisel bir şekilde rahatsız oluyor, tehlike hissiyle uyarılıyor ve ensesinde bir ürperti hissediyordu. Aslı’nın duygularının da tanımsız olduğunu düşünüyorum çünkü kendini bir türlü koşulsuz aşka açamıyor ve eyleme geçerken kendinin ya da bir başkasının duygularını düşünmüyor. Son sezonda Lale ile konuşurken tanımsız merkezine Lale’nin duygularını dolduruyor ve ancak o zaman duygusal tepki veriyor. Tanımsız benliği sayesinde ne yaşarsa yaşasın yola devam edebiliyor. Çünkü o benlik her şey olmaya açık. Yeri geliyor gündüz kuşağı sunuyor yeri geliyor haber kanalına geri dönüyor. Bunlara ek olarak baş merkezinin de tanımlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü tümüyle soyut olan sosyal medyayı bu denli yönetmek, tecrübesiz bir haber spikeriyken yaratıcı fikirlerle kısa sürede bir isim yaratabilmek ancak sürekli ilhamla baskılanan tanımlı baş merkezinin işi. 

Anlayacağınız benim bakış açıma göre bu iki gerçekleştiricinin/manifestörün hikâyesi. Aynı tipe sahip olmalarına rağmen bambaşka tasarımlarla eyleme geçiyorlar. Aynı şeyi yapıyor gibi görünseler de bambaşka zamanlarda doğup, iki farklı neslin genetik mührünü taşıyorlar. Üçüncü sezonda bu iki tasarım bir şekilde uzlaşmayı ve bir kuantum elde etmeyi başarıyor. Bu da bize bambaşka olsak da bir noktada mutlaka iletişim kurabileceğimizi, birbirimizi keşfedebileceğimizi ve değişmeden esneyebileceğimizi gösteriyor. 

Kuş kendine has tepeden bir bakışla uçuyor…

Aslan kendisine has bir kara matematiği ile koşuyor, avlanıyor…

Kuş asi, sabırsız, oyuncu, ulaşılmaz, kafes düşmanı…

Aslan sabırlı, vahşi, hapsedilemez, ağırbaşlı, güçlü, hazırlıklı…

Her tasarım birbirinin hikâyesini tamamlayarak yaşıyor. Yaşadım diyebilmek için, kendimizin dışında başlayan dünyaya ihtiyacımız var. X,Y,Z, Alfa dönüşen, sürekli yeniden başlayan bir tamamlanma serisi. Kuşaklar, insanlığın tasarım hikâyesi.

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer