Yıl Sonu Yazısı – “Nasıl Geçti Hiç Anlamadım”

Bir yıl daha hızına hız katarak nasıl geçtiğini anlayamadığımız bir şekilde bitiyor. Bu “nasıl geçtiğini anlayamama” hali korkutucu olmaya başladı. Çünkü artık algı ve anlam zamandan öne geçiyor. Her şey ama her şey müthiş bir hızda tüketiliyor. Geçen hafta üniversite öğrencisi olan bir yakınımla aramızda şöyle bir diyalog yaşandı.

“O zamanlar yeni ayrıldığımız için çocuğa ciddi kafam takılmıştı. Sürekli onu düşünüyordum ama şimdi öyle hissetmiyorum.”

Ben: Siz iki üç hafta önce ayrılmadınız mı ya?

“Evet 20 gün olmuş işte, gayet uzun bir süre.”

O an geçirdiğim son 20 günü düşündüm. Çok kısa gibi gelen ama içinde binlerce şey biriken 20 gün. Cevapladığım aramalar, yaptığım görüşmeler, izlediğim dizi filmler, kaydırdığım ve “bak bu biz” diyerek gönderdiğim hikâyeler, yazdıklarım, yürüyüşe çıktığımızda gördüklerim, kulağıma gelenler, çevremde gelişen olaylar ve durumlar, toplumda gelişen, gündemime düşen olaylar ve durumlar, kahveler yemekler gezmeler, çalıştığım yeni dosyalar… Genele bakıldığında çok büyük bir değişken olmasa da her anı bir bildirimle örülü. Dolayısıyla boşluksuz nice 20 günler, hatta yıllar geçiriyoruz. Bu yüzden, takip edemediğimiz, nasıl geçtiğini anlayamadığımız yılların öznesi oluyoruz. Ve her özne gibi içinde bulunduğumuz cümleyi sorguluyoruz. Yıl sonu benim için bu demek: Kocaman bir soru işareti. Sorularla birlikte, yıl içinde yaptığım vurucu konuşmalar ve son günlerde gerçekleştirdiğim sohbetler aklıma geliyor. Sanki çevremdeki insanların izleri, sesleri ve benim için de birikenler yılın genel bir tablosunu çıkarıyor.

Çevremdeki seslere bakılacak olursa, evet bu yıl zordu. Bir hastalık gibi, aşı gibi, bir şey inşa etmek için gelmiş yıkıcı bir yıldı. “Bu yıl neyi inşa etmek için, neyi öğretmek için bunca yıkım yaptı?” Herkes için bu sorunun cevabı farklı olabilir. Benim için cevap: Kabulleniş. Günler ve gecelerce uykusuz kaldığım, ayakta kalabilmek için soğuk içeceklere ve kahveye esir olduğum bir gün, çaresizlik içinde kıdemli bir anne olan dostumu aradım. Sen bu yollardan geçtin, anlat bana, bir şey söyle, içime bir ışık yak dedim. Tabii önce ben anlattım… Uyumadı, yemedi, huysuzluk etti, büyüme atağı, diş, tatil dönüşü rutinlere uyum sağlama, sıcak… Sebepleri olanlarla eşleştire eşleştire burnumu çeke çeke anlattım. Ve o gün, yılın kalanını değiştirecek bir kelime duydum: Kabullen. O dostum bana dedi ki, “Tüm bunlar üç dört yaşına dek sürecek. Sonra kreşe başlayacak ve yeni sorunlar yüklenecek. İyi haber şu ki yeni sorunlarla birlikte eski sorunlar çözülmüş olacak ve annelik rolünde yeni basamaklara çıkacaksın. Şimdi kabullenemediğin için tepki gösteriyorsun. Ama ne kadar çabuk kabullenirsen o kadar az acı çekersin. Evet arkadaşım önümüzdeki bir iki yıl daha tam zamanlı çalışamayacak, yaşamdaki diğer kimliklerine istediğin kadar vakit ayıramayacak ve fiziksel olarak zor günler geçireceksin. Ama geçecek. Şimdi olanı da bir gün geçeceğini de kabullen.”

İşte bu cümleler yılın sonuna dek her zorluk yaşadığımda içimde dönüp durdu. Çünkü kabullenemediğim her an tepki başladı. İçimde olanı, oğlumla olanı, ailede olanı, işte olanı, yaratımda olan, toplumda olanı, kolektifte olanı kabul edemediğim her an ortaya yalnızca mutsuzluk çıktı. Yılın sonunda, tam da bugünlerde beni yeni yıla hazırlasın diye okuduğum Piraye’ye ait Can Borcu da bana bunu söyledi. “Gerçekte ızdırap yoktur yavrum. Anbean yaşam vardır. Önündeki vardır. Ha, yaşamda acı olur. Fiziksel acı olur, duygusal acı olur. O an bir şey olur, canın yanar tabii ki. Fark ne? Gerçek değilsen o an olan ile gelen acıyı kabul edersin, yaşarsın. Nasıl yaşayacaksan yaşar içimden geçersin.”Can Borcu, tıpkı Seyir’de olduğu gibi, yıkımdan yaratıma doğan ve kendi tasarımını keşfeden bir kadının hikâyesini anlatıyor. Kitap boyunca sürekli bir formül fısıldıyor Piraye, olanı gör-kabul et-içinden geç-ve üzerine yüksel. Bu ilk soru bu yüzden çok önemli. Çünkü yılın temasını temsil ediyor.

İkinci sorumuz, “Bu yıl bana ne oldu?”. Çok alıştık olan biteni sorgulamaya. Peki tüm bunların içinde bize ne oluyor? Olanın bize yapmış olduğu etki ne? Kendimle kaldığım her an bunu daha çok fark ediyorum. Çünkü bu yıl ilk defa anın içerisinde hareket ediyor, gün içinde sürekli olarak oğlumla ilgileniyorum. Saatler akıyor, bir şeyler oluyor, zihnim düşünce üretiyor, tasarımım duygusal dalgalar yaratıyor ve ben çoğunlukla bunları analiz edemeden içinden geçip gidiyorum. Ne zaman akşam oluyor Toprak uyuyor, kahvemi alıp koltuğa oturduğumda gün yeniden zihnime akmaya başlıyor. İşte o zaman belki de üç beş duygu, onlarca düşünce aynı anda ayağa kalkıyor.

Bu yıl pek çok şey oldu. TDK 2024 yılının kelimesini “kalabalık yalnızlık” olarak açıkladı. İşte bu yıl olan o pek çok şey kalabalık bir yalnızlık içerisinde hareket etti. Hepimiz her gün onlarca kişiyle görüştük, mesajlaştık fakat olan’ı paylaşamadık. Geçenlerde hikâyeme cevap veren bir arkadaşımla bir sohbet başladı aramızda. Konuşma kendiliğinden ilmek ilmek açıldı ve derinleşti. “Nasılsın?” sorusunu duyamadığı için değersiz hissettiğini söyledi arkadaşım. “Çok basit yahu, ‘sen nasılsın’ diyecek?”Çevresi vardı, ailesi vardı, şahane bir ruhu, kariyeri, değerle inşa ettiği bir kimliği vardı ama bu kalabalık içerisinde yalnız hissediyordu. Bu çok tanıdık değil mi? Burada bahsedilen kalabalık yalnızca insandan ibaret olamaz. Biz kendi içimizde bile, bizi biz yapan şeyler içerisinde bile yalnız hissediyoruz. Yaşam temalarımızın ortasında yalnızız. Durum böyle olunca, hobilerin, üretimlerin, arkadaş gruplarının, görünürlüğün kıymeti de yetmiyor. İkinci sorunun önemi işte burada: Bize ne olduğunu bulabilirsek yılın hasar raporu ve dolayısıyla yeni yaratım planı ortaya çıkmış oluyor.

Üçüncü soru, “Bu yıl bana ne iyi geldi? Ne yapmak, kim olmak, kimle olmak, nerede olmak, nasıl olmak, nasıl davranmak, neyi değiştirmek, neye tutunmak, nerede durmak, nerede hareket etmek iyi geldi?” Kötü olan her şeyin üzerinden binlerce kez geçtik. Bizde hasar bırakan her şeyi varoluşumuz gereği kaydettik, çay kahve sohbetlerinde anlattık, uğruna gözyaşı döktük, hatırladık, andık, belki de bir türlü peşini bırakmadık. Fakat iyi olan şeyler kolayca içimizden kayıp gitti. Bu yüzden bu yıl bir alışkanlık edindim. Her pazar sabahı Toprak’la beraber o hafta olan iyi şeyleri seslendirdim. Basbayağı evin içinde konuşarak maddeler halinde o hafta olan şeyleri sıraladım. Bazen 5, bazen 17 madde çıktı. Bunu yapmak haftalar arasındaki geçişlerimi fark etmemi sağladı. İlginç bir şekilde yorgun ve kötü geçen haftalarımın sonunda daha başka bir tatmin olduğunu fark ettim: Tüm bunları atlatmayı başarabilmiş olmak. Yani aslında zorlukları aşmak bana başarılı hissettiriyor. Yaşam başarılı olma arzumu karşılıyor. Bu soru tam da bu yüzden kıymetli: İyi geleni hatırlamak zihinde bir güven ortamı yaratır ve gerçek ihtiyaçlarımızı fark etmemizi sağlar. Hatta o ihtiyaçlarımızın çoktaaan tarafından karşılandığını görmemize olanak tanır. Eksik yoktur, hata yoktur, hatta belki iyi ve kötü gün diye bir şey de yoktur.

Dördüncü soru, “Bu yıl en çok hangi kimliğim içerisinde hareket ettim? Bu kimlik nereye evrildi? Bana neyi öğretti? Beni başka hangi kimliklerimin çaprazında sınadı? Bu kimliğin benim için ne ifade ediyor ve ben bu kimlik içerisinde ne hissediyorum? Ne yaşıyorum? Onu taşıyabiliyor muyum yoksa ona saklanıyor muyum?” Benim için bu sorunun cevabı annelik. Bu yıl en çok anne olmayı deneyimledim ve en büyük duygusal dalgalarımı burada yaşadım. Çünkü bence ilk defa vurucu bir şekilde sorumluluk duygusuyla tanıştım. Hatta sorumluluğun bir duygu olduğunu fark ettim. Bugüne kadar kelimelerle oynattığım oyunlarda sorumluluğu bir tema olarak kullanırdım. Çoğu zaman öğrencilerimden olumsuz dönütler alır, zorunluluk algılaması ile karşılaşırdım. Yani sorumluluk zorunluluktur. Zihnimiz bunu böyle bağdaştırıyor, bu doğru. Fakat sorumluluğun yönü çok önemli. Sabah beşte altıda, acıktığı için uyanan ve beni uyandırmaya çalışan oğlum sorumluluğun yani yönü olunca başka bir motivasyonla güne başlıyorum. Yine çok yorgun, yıpranmış ama seçeneksiz bir motivasyon. Başka türlüsü mümkün değil, kalkacağım yataktan. İşte bu noktada sorumluluğun artık benim için bir duygu olduğunu fark ediyorum. İçimde Toprak’ı tüm boyutlarıyla, her an düşünen bir sistem var. Bu sistemi seviyorum fakat kontrol edemiyorum. Kendime zaman ayıramadığım, bana köşeden üzgün üzgün bakan diğer kimliklerime el salladığım her an sorumluluğu hissediyorum. Fakat aynı zamanda bu bana olanın içinde durabilmeyi de getiriyor. İlk defa kaçmıyorum. Kaçmayı düşünmüyorum. Yaşamında ilk defa olanın içinde şey yapmaya çalışıyorum. Bazı günler çok yorucu ve çok zor oluyor. O çılgın ağlama krizlerini bilirsiniz. Bazen yönetiyorum bazen patlıyorum. Fakat keşke şunu yapsaydım, keşke şöyle davransaydım dediğim her an “E şimdi yap” motivasyonu geliyor. Piraye’nin “Her an yeniden seçebilirsin.” diyen sesi yankılanıyor. Bugün çok zor geçti isyanı baskın çıktığında, içim hemen “Yarın var.” diyor. Annelik bana kendimdeki bir kudreti tanıtıyor: Her koşulda devam edebilme. Yolda olma. Koşulsuz ilerleme. İşte bu soru içinde yürüdüğümüz yolu gösterdiği için çok kıymetli. Hem yön tayin ediyor hem de olasılık.

Son soru, “Mutlu muyum? Nasıl hissediyorum? Gerçekte nasıl hissediyorum? Biriyle değilken, hiçbir rolümün içerisinde değilken, yalnızca kendim olarak, kendimle kaldığımda nasıl hissediyorum?” Yılın en vurucu sorusu bu. Nihayetinde her yıl bize ait olan bir bütünün parçası. Yaşaya yaşaya tüketeceğimiz ömrün, bir yılını daha tamamlıyoruz. Kendimizin başka versiyonlarıyla tanıştık, bireysel kaderimizin olasılıklarını deneyimledik, yaşadık, bitirdik. Buradaki hissiyat, olan bitenle alakalı değil. Çünkü olan biten daima üzüyor. İçinden geçemediğimiz, kabul edemediğimiz, belirli konularda takılıp kaldığımız, belirli yaralara saplandığımız için acı devam ediyor. Fakat tüm bunlardan bağımsız olarak bir an nefes alıp kendimizle kaldığımız, sıradan bir anda, tam göğüs kafesimizde bir his beliriyor. İşte o kendimizle olmanın hissiyatı. Orada ne barınıyor? Benim için bu sorunun cevabı, şefkat. Bu yıl kendimle kaldığım her an, her yönden yorgun bir İpek’le karşılaşıyorum. İçimdeki kalabalığı yalnız bırakmak istemiyorum. Uykusuz olanı, omuzları ağrıyanı, babasını özleyeni, dedesini kaybetme korkusu yaşayanı, çaresiz kalanı, sorumluluk alanı, ağlamamak için derin nefesler alanı, ödüller alanı, çalışırken yorulan bir yorgunluktan çalışamayanı, yetiştirmek için çırpınanı, kabul edeni, isyan edeni, hayal edeni, ziyan edeni, anlam arayanı, gayret göstereni… İçimdeki tüm İpekleri şefkatle kucaklıyorum. Elbette her zaman tüm İpeklerle aram süt liman değil. Kendime zorbalık ettiğim de oluyor. Herkes gibi. Hepimiz kadar. Ama günün sonunda her şeyden önce kendimle buluşuyorum. İşte bu soru yıl içerisinde kendimizle olan ilişkimizi tanımak ve analiz etmek açısından önemli. Çünkü kendimizle olan ilişkimizi bilmeden diğer hiç kimseyi bilmek mümkün olmuyor. Kendimizle olan ilişkimize emek vermeden kurduğumuz tüm ilişkiler temelsiz bir gayretle boşluğa sürükleniyor.

Bir yıl sonu yazısının daha sonuna geldik. İstedim ki bu yılı sorularla tamamlayalım. Kendi cevaplarımızla buluşalım. Çünkü yeni bir yıla anlam ve amaç bitmeden önce geçmiş yılda ne olduğuna iyi bakmak gerekiyor. Yoksa ajandaya yazmak, yılbaşı sofralarında yapılacaklar listesini anlatmak kolay. Fakat çoğunlukla Ocak ayı geçtikten sonra hiçbirinin etkisi kalmıyor. Çünkü şimdi, geçmişte yaratılıyor. Geçeni tanımadığımızda ve tanımlamadığımızda, şimdi yaratmakta olduğumuz gelecek malzemesiz kalıyor. Yani boşluktan boşluk devşiriyoruz. Bu yüzden ilk defa bu yıl yeni ajandama hedeflerimi yazmadım. Tersine bir yöntemle sürekli geçen yılda ne olup bittiğini yazdım. Olup bitmeyenleri de yazdım. Dışarıda biten fakat içimde devam edenleri de…

Dilerim 2025 hepimize kendimizi özgürce ve özgünce ortaya çıkarabilme olasılıkları getirsin. Yeni yıl, gerçekten yeni olsun. Yeni bir versiyonumuzu, yeni bir şey yapmayı, yeni bir şey denemeye cesaret etmeyi öğrendiğimiz bir yıl olsun.

Ve her zaman olduğu gibi,

son söz,

hayata ve ruha katkı olsun.

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer