Benim Asaf’ımı Bozmayın

Bu yılın ilk mini dizisi Asaf oldu ve kendini yazdıracak kadar zihnime işledi. Çünkü Asaf bir hikâye işi…

Yaldızı yok: Popüler trendlere maruz kalmamış.

Hilesi yok: Cinsellik, çıplaklık, çarpık ilişki kullanılmamış.

Kitlesi, fanları, listelerde ilk sıraları kazanmışlığı yok: Olağan, tanıdık, günlük acılarımızı konu almış.

Asaf’ın hikâyeyi temsil eden bir ismi, temsil ettiği değerleri ve hepimizinkine benzeyen acı-güncel bir hikâyesi var. Dolayısıyla Asaf, hepimizin içindeki bir yön, bir anı, bir davranış, bir kalakalış, bir meydan okuma.

Asaf hem “ezik/sinik” olarak adlandırabileceğimiz bir tipi hem de aynı zamanda dönüşüm geçirecek olan bir karakteri temsil ediyor. Tip olarak baktığımızda; kendisini abisi ile kıyaslayan annesine, çalıştığı taksi durağının kaba, üslupsuz sahibine, durakta ona asılan ve onu zor durumda bırakan kıza, kalp hastası oğlunun tedavi hakkının elinden alınmasına, aylarca bekledikleri kalbin sıra onlarda olmasına rağmen başka birine verilmesine, eşinin tam da bu yüzden ayrılmak isteyişine ses çıkaramayan bir taksi şoförü. Asaf itirazı iletişimin bir parçası olarak kullanmıyor. Aslında her şeyi düzeltmek için çaba gösteriyor, bu yönde bir inancı var ve yeni olasılıkları değerlendiriyor. Böylece itiraz etmeyi bir başka olasılığı seçerek gerçekleştirmiş oluyor.

Örneğin taksi durağını bırakıyor ve App kullanan taksicilerden biri oluyor. Bu kadar sakin ve uyumlu olmasına rağmen onunla seyahat eden müşteriler yolculuk sonunda ona düşük puan veriyor ve bir süre sonra App onu sistemden atıyor. Hikâyenin gözüme çarpan ilk boşluklarından biri bu oldu: Böyle bir adama kim, neden sürekli düşük puan verir? İnsanların bu kadar zorba olduğuna inanmak istemiyorum. Üstelik bu tipin temsilcisi olan bir adam insanlarda öfke değil, acıma duygusu uyandırır.Asaf’ın düzenli bir çaresizlik yaşadığı hayatı bir anda çizgiden çıkıyor ve her şey tam anlamıyla ters gitmeye başlıyor. Üstelik her şey zaten ters gitmiş ve büyük bir yıkım gerçekleşmişken. Dizinin başladığı noktada Asaf zaten eşi tarafından haksızlığa ses çıkaramadığı için terk edilmiş. Yalnız yaşıyor. İşini ve oğluna ayıracağı vakti dengelemeye çalışıyor. Oğluna yetişemediği anlarda yetersiz hissediyor ve bocalıyor. Yetersizliği ve boyun eğişi yüzünden çevresindeki herkes tarafından zorbalanıyor. Fakat Asaf bir gün, trafikte arabasına çarpan birine ses çıkarıyor. Bu ses çatışmacı ve hesap soran bir tonda olmamasına rağmen görmemesi gereken bir şeyi gördüğü için karşı taraf Asaf’ın eline bir miktar para ve kartını tutuşturup durumu geçiştiriyor. Hareketleri ve belindeki silahla alttan alta tehdit de ediyor. Hayatını düzenleyebilmesi için elindeki tek aracı sahiden de aracı olarak görüyor Asaf. Verdikleri para arabasını tamir ettirmeye yetmeyince, bir de üstüne galeride de zorbalıkla karşılaşınca ona verilen kartın peşine düşüyor. Kartın ait olduğu şirkete gittiğinde yine bir aşağılamayla karşılaşıyor ve ona kimse yardımcı olmuyor. Asaf’ın kabul kotası o an doluyor ve şirketin otoparkından çıkarken ona vuran pahalı arabayı görüp levye ile arabanın ön tarafını parçalıyor. Bu an Asaf’ın bir tip olmaktan çıkıp karakter olmaya cinnetle geçişi. Çünkü o andan sonra Asaf, şirketin sahibi ve onun kurduğu kirli düzenle mücadele etmeye başlıyor. Kendisini cinayetlerin, organ mafyasının, tehditlerin, kaçırmaların ortasında buluyor. Bugüne kadar hiçbir yerde kendini var edememiş Asaf, hayatta kalma savaşı verirken kendine ait bilinmeyenleri keşfediyor ve belki de bu itkiyle ilk defa varlığını ortaya koyuyor.

Burada şöyle bir soru çıkıyor karşımıza: Gerçekten var olmak ve varlığını ortaya koymak ne demek?

Asaf için bu ülkenin ve hikâyenin koşullarında varlığını ortaya koymak demek; emir verici olmak, “önce ben!” kibrinin sesini kullanmak, “sen benim kim olduğumu biliyor musun” böbürlenmesi ile iş yaptırmak demek. Asaf sesini sert bir şekilde çıkarmayı deneyimlerken bile nezaketi ve merhameti asla bırakmıyor. Hikâye boyunca ona eşlik eden ve zaman zaman kurtarması gereken çocuk, aslında Asaf’ın kahraman tekâmülünü temsil ediyor. Asaf çocuk üzerinden sürekli karar vermek zorunda kalıyor: Ya onu kötülüğe teslim edecek ya da onu kurtarmak için kendini aşması gerekecek. Asaf sevdiklerinin yaşamıyla da tehdit edildiği bu hikâyede zekice planlar kuruyor, programlı bir şekilde planlarını uyguluyor, tehlikeyi ustalıkla yönetiyor ve korkusunu kaçmak için değil yöntem bulmak için bir yakıt olarak kullanıyor. Kendisine zarar verme potansiyeli olanları dikkatli bir şekilde dinliyor. Eşine, annesine, oğluna, arkadaşlarına karşı duygularını net bir şekilde ifade etmeyi öğreniyor. Hızlı karar almayı deneyimliyor. Aslında tüm bu hikâyenin içerisinde Asaf, olmaya geldiği potansiyeli bir olasılık içerisinde yaşamış oluyor.

Böyle bir Asaf da mümkünmüş…

Kendini var eden bir Asaf, ailesi ve sevdikleri tarafından “var” sayılıyormuş…

Asaf kendini sevdikçe yaşamın olasılıkları içinde yükseliyor ve sevilebilir oluyormuş…

Asaf önce kendi yaşam hakkını savunduğunda sevdiklerinin de hakkını korumuş oluyormuş…

Yaşamın içinde hepimiz ezici güçlerle karşılaşıyoruz. Hepimiz birileri tarafından zorbalığa uğruyor ve zaman zaman koşullar yüzünden buna ses çıkaramıyoruz. Hepimiz için kendi hakkını koruma yolculuğu var. Bu yüzden “Artık eski ben yok, artık eskisi gibi verici olmayacağım, hakkımı yedirtmeyeceğim!” gibi ünlemli cümleler kuruyoruz. Aslında o öfkenin altına kendimizi saklıyoruz. Klasik bir gerçek; o sakladığımız “ben” elbette yetişkin olan halimiz değil. Haksızlığa ses çıkaramadığımız ve bir köşede saklandığımız her an savunmasız hissediyoruz. Bir çocuk gibi kendi çocukluğumuz gibi korkuyoruz. O noktadan bugüne büyüyoruz işte. Bir yetişkin gibi kendimize kendi gücümüzle sahip çıkacağımız bir versiyona geliyoruz, ki orası kahramanlık makamı. Kimse için değil kendin için. Hakkın, Hakka borcundur insanlık namı rütben için.

Asaf gölgeli; kendinden önce gölgesi görünen, insanların gölgesiyle muhatap olduğu bir karakterdi. Kendine adım attı, gölgesine adım attı. Başka bir olasılıkta, kendisi de gölgesi de değişti.

Hayata ve ruha katkı olsun.

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer