Uz

Tanıdık bir keşifle, bir şarkının içinde seni buldum. Renklerini karıştırdığın, çizgilerini kırdığın, yeşillerini bolca kullandığın, sözcükleri sakladığın, kendine mağaralar oyduğun, o dönemediğin mağaralardan başka koylara çıkıp, bir dönülmezliğin tesiri olarak ilerlediğin bir yaşam tasviri…

Gerçek yaşam, sen mağarana kapanana kadar, her gün ama her gün etini parçalarken, tüm mağaraları üstüne yıkarken, saklandığın koylar bir deniz kabuğu gibi kalbine kapanırken, sen evine dönene kadar bir felaketi yaşıyorsun her gün. Sen orada olunca, bir çarkın içine bir inci girmiş gibi oluyor. Çok zarar görüyor inci çarkın içinde, günün hızıyla kendini oradan oraya savurarak. Ama hep inci olarak kalacak. Bu senin mağaralarının karanlığının değiştiremeyeceği bir şey.

Belki de içini hep bu kadar kararttığın için kendini göremiyorsun. Belki de bir gün birine çok kızdın ve tüm aynalarını kırdın. Rüzgâra kızdın diyelim. Unutma, rüzgâra, mağarana istediğin kadar giremediği için kızıyorsun… Senin mağaranın şeklinden dolayı sıkıştığı için kızıyorsun… Bir sıkışıklık içinde yaşıyorsun…

Fark et, dünya senin göz kapakların kadar değil. Hele ki inciler için. Dünyanın bütün denizleri senin.

Senin özgür olduğun ütopyalar hayal etmek çok güzel 🙂

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer