Anlayış

Ne demek istediğinizi anladım: Bulunduğumuz kabın şeklini alıyoruz. Bunu yaşamın fiziğine indirgersek, bulunduğumuz ortamın şeklini alıyoruz. Bazen bir kaşık kadar oluyoruz, bazen bir havuz bazen bir şehir. Her gün olumlu düşünceye maruz kalırsak bir süre sonra olumlu düşünebilme bulaşıyor. Her gün düşünce sistemlerimizin sebeplerine yol olan anlamları tararsak bu taramalar bir keşif zinciri oluşturuyor. Her gün bir sevgiyi tadarsak, bir süre sonra bu bizim damak zevkimiz oluyor. Her gün özgürlüğü, sevgiyi, vicdanı, kabulü seçebilme anlarına şahit olursak, bir zaman sonra bunlar bizim ruhsal seçimlerimiz oluyor. MUŞ.

Bu yazdıklarım benim serüvenimin bir anlayış zirvesi. Anladım. Ve anlamak çok güzel. Anlamak hafifletiyor. Yap-bozun öyle bir parçasını yerleştirdim ki, diğer parçaları gönlümce bütünleyebilir, sentezleyebilirim artık. Bundan iki üç yıl öncesine kadar hayatımın karmakarışık olduğu günler yaşadım. Seçtiğim bir proje fikri için psikoloji alanında kendime emek vermem gerekiyordu. Her şeyi çok sistematik yapan ben, bu sefer farkında olmadan başka bir yol izledim. Belki de oyunculukta da kullanılması gereken temel bir şeyi keşfettim: Önce anlamak. Dağınık dağınık okusam da beni okuduklarım değil yaşayıp seçtiklerim bütünledi. Okunanların bir deneyime ihtiyacı var. Hiçbir acı yaşanmadan öğrenilmiyor. Ve ilginçtir ki karar mekanizmalarımızı etkileyen yegâne süreçler acılarımızın içinden çıkıyor/geçiyor. Önce okudum, okudum, okudum. Çözemedim. Kendi suyuma taş attım. Çokça taş attım. Yeryüzümü yerinden oynatıp kum kaldırdım. Suyumu bulandırdım. Rüzgâr estim, havamı bulandırdım. Kendimi hiç kirletmedim. Sadece kendi doğalımda yaşamımı bulandırdım. Tozu kumdan, kumu sudan ayrıştırabilir misiniz? Ayrışıyor. MUŞ.

Yaşadıkça okuduğum kitapları ve psikoloji sanatını anladım. Anladıkça seçim yapabilme becerim ve seçeneklerim arttı. İç huzuru getiren seçenekleri seçtikçe içimden mavi balonlar havalandı. Önce öfkelenmeyi seçtim. Sonra ağlamayı. Sonra bir vicdan yükü uğruna ve namına sessiz ve bulanık kalmayı seçtim. Yeniliklerden korkmayı seçtim. Sonra yenilikleri keşfetmeyi. Keşfettikçe korku kayboldu. Sabit köklerim olmasını istiyordum. Bu isteğin eskidiğini fark ettim. Yeni yerler, yeni şehirler görmeyi seçtim. Anladım ki köklerim hep benimle. Başka türlüsü mümkün değilmiş gibi yaşıyordum. Anladım ki hayalleri genişletmek mümkün. Gerçeklerimde ilk sıralara hep mesleğimi oturtuyordum. Anladım ki ben ‘Üretmek’ istiyorum. Bunun için sabit bir mesleğe, beni sabitleyen bir mesleğe değil, özgürce keşfetmeye ihtiyacım var. İhtiyaçlarımı fark ettim. Ve ihtiyaçlarımı yaşamayı seçtim. Sabah ritüellerim oldu. Sözcükleri ölesiye sevdiğimi fark ettim ve sözcüklerle uyandırdım kendimi. Öyle bir kaybetme korkusu yaşadım ki elimde olmadan öfkemi sakince bırakmayı seçtim. Olumlu düşünebilme, enerjini odaklayabilme çabasına giriştim ve sadece denedim. Başarısız oldum. Yine denedim.

Sonra ‘Bugün de böyle olsun’cu bir yanım geldi. Ve artık kabullenmeyi seçtim. Acıyı, yalnızlığı, iç sıkıntısını, süreçleri, ağlamaları, dökülen saçları, kokulu kekleri, kaybolmayı… Kabullenmek bir hazmetme süreci. İMİŞ.

Bunu seçtikten sonra güneşler açtı. Büyük kararlar verdim kendimle ilgili. Üç yıldan sonra kendimi nereye, kiminle ve nasıl koyacağımı buldum. Burada durmak istiyorum, buraya yürümek istiyorum dedim. Ben inanınca her şey çözülmeye başladı. Ummadığım bağlantılar beni buldu. Gönlümdeki saklı heyecanlar eksiksiz yerini buldu. Acıyı yaşadıkça, acı duygusunu yaşayanları anladım. Anladıkça çoğaldım. Benim onları anlamam bile onlara iyi geldi. Yazdım, yolladım. Konuştum, sarıldım. Dokunmayı denedim, yaralar soğudu. Özendim, özel şeyler arttı. Ben inandım, herkes inandı. Hayatımın en maratonlu büyüsünü yaşadım. Hâlâ içimdeki denizi karartan bir etki var. ‘Ya olmazsa’larım var. Hâlâ plancılığım var. Tek farkla. Artık daha kısa sürede ‘Şu an ve burada’ya dönebiliyorum. Karanlıklarım daha çabuk aydınlanıyor. Bazen bir güneş, bazen bir mumla. Ama mutlaka.

Öfke bir yol. MUŞ.

Bir gün bir tsunaminin ucunda durup öfkelenmemeyi seçtim. Hepimiz bir gün öfkemizden vazgeçmesek bile, öfkemizden geçip gidiyoruz o yolları. Sonra uhu kokulu tamir yılları. Ben ilk defa kırmadan dökmeden anlamayı tercih ettim. Sanki üç basamağı aynı anda çıktım. Asla kazanamayacağım bir yarışı son anda kazandım sanki. Öfkemin elini sıktım, haklısın dedim. Ona vazgeçemeyeceğim sevgilerin karşısında faydasız olduğunu gösterdim ve sessizce uğurladım. Yerini buruk bir acı aldı. Buruk kötü bir şey değil. Tam tersi acıyı kıran güzel bir şey. Çok yoğun bir baharat gibi. Girdiği tadın içine kendinden bir parça mutlaka katıyor. Bazen lezzetli bir bakış, bazen kesif bir kaçış. Bence hayatımın en önemli demini burada aldım. Artık dökülebilirim. Dökülmek istiyorum. Ürettiklerimi harmanlamak ve pişmek, kokmak… Buram buram yarınlar istiyorum. Hayat bana bu ara sabretmeyi öğretiyor. Bir yerlerde kendi evreninle bir cevher olmanın saklı gururunu yaşa diyor. Henüz okyanuslara salmıyor beni. Bence zamanın da yasaları var. MIŞ.

Bakalım bu serüven beni nerelere götürecek… Umudumun bir gülümseme payı var bu aralar. Bardağın dudak payı gibi. O paya sığınıyorum. Deniyorum.

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer