Bir Hayalin Öyküsü
Bir hayalim vardı. Kış sonu kalbime düşen, bahar başlangıcı filizlenen, hamileymişim de içimde kendi süveydamı yaratıyormuşum hissi veren, minicik bir nokta. Bu noktadan yola çıkarak hayalimi büyütmeye başladım. Yaz ayları geldiğinde, nokta büyümüş, bir çember haline gelmiş, ruhunda bol güneş taşıyordu. Bu hayal bir çok insanla, bir çok sözcükle, binlerce fikirle ve günler&geceler süren araştırmalar ile büyüdü. Temmuz ayı geldiğinde, onun var oluş sancıları bizi de sarsmaya başladı. Hepimizin korktuğu, köpürdüğü anların dibinde, beklediğimiz güzel haber geldi. Doğuma az kala çıktığımız yolculuk, içimizde hissettiğimiz coşkuya zar zor yetiyordu. Uçak indi, kapılar açıldı, zihinler arındı ve yepyeni bir ülkede ‘hayalimiz’ doğdu.
Bu bebeğin sorumluluğu hayatımızı renklendirir ve bambaşka bir tempoya sokarken, uykulara veda ettik. Hayal bebeği, çalışarak, tanışarak, severek & özümseyerek, keşfederek büyüttük. O büyüdükçe ve sevildikçe derin bir nefes aldık. Onunla birlikte bütün şehri gezdik. Bütün topraklarda izimiz, her parkta sesimiz, her müzede hayranlığımız var artık. Orada bir yerlerde biz varız.
Hayal bebeklikten çocukluğa geçiş yaptığı sıralarda, tamamen kalıcı olabilmek için önce gitmemiz gerekti. Bunu onun çocuk aklına anlatmaya çalıştık: Masallar gibi, dağ gibi, su gibi, mucize gibi çabaladık ve anlattık.
Hayalimiz burayı çok sevdiğini, burada yaşamak istediğini söyledi hüzün kırığı bir suratla. Zaten burada var olabilmek için bu yolculuğa üçümüzün çıktığını anlattık. Sen bu yolculuğun, bu kararın çocuğusun dedik. Ve hep beraber vatanımıza geri döndük. Hayal çocuk bizim köklerimizi aldığımız toprağı keşfe çıktı, köklerimizle tanıştı. Aile ağacımızı çok sevdi, onlara bol bol sarıldı ve özlemin getirdiği lezzetin tadını çıkardı. Günler birbirini kovalarken git gide gençlik çağına gelen hayal kendini bulmaya başladı.
Hayal, ne olmak istiyor?
Hayalin içinde ne var?
Hayal nelerden oluşuyor? Onu yaratanlardan mı? Yoksa doğduğu topraklardan mı?
Hayal hangi yöne ilerlemek istiyor?
Bu hayalin geleceği nasıl ve nerede?
O bağlarını arar ve ilerlerken yeni bir yılın ayak sesleri duyuldu. Hayal huzursuzlandı. Bu bir eşikti. Yeni gelen bu yılın ilk izlenimi onu korkutuyordu. Bir an önce doğduğu topraklara dönmek istedi. Kökleri burada olsa da uzadığı yer orasıydı. Dalları, yaprakları, güneşi ve göğü oradaydı. Kendini yere eğilen, toprağına çöken bir ağaç gibi hissetti. Oysa düşlediği büyümek ve uçmaktı. Mavilerin içine kadar uzanacağı günleri umut ediyor, üretmeye devam ediyordu. Yeniden bahar yaklaşırken, bu durum hayalin içini kırdı. Neden hala burdalardı? Ona söz vermişlerdi, o da doğduğu eve söz vermişti. Ona geri dönecekti.
Hayal için kıtlık günleri başladı. Duyguları, bilinci, ya olmazsaları, düşünceleri, üretimleri, her fonksiyonu bu kıtlıktan nasibini aldı. Gözlerinden dökülen denizler, doğduğu topraklarda yoktu. Güneşlerin küstüğünü, suların göçebe olduğunu bilse de orayı düşlemeye devam etti. Burası bir illüzyon, git gide yoğunlaşan bir kayıptı.
Bahar dünyalarına tam adımını atacakken, evrenleri sarsan bir hadise oldu: Zaman ve dünya durdu. Yaşamla beslenen bir hastalık tüm dünyayı sarmış ve iletişimi koparmıştı. İnsanlık bir çığ gibi yükselen korkularıyla başbaşa, donup kalmıştı. Evde geçirilen günler, bu topraklarda da güneşi küstürmüş, evrensel bir bunalım yaratmıştı.
Hayali asıl yaralayan, yemek yerken öğrendiği, aniden midesine bir meteor düşüren, sınırların kapandığı haberi olmuştu. Artık hiç gidemezdi. Ölümün hatırlandığı, yaşama adanıldığı bu felaket günlerinde, hayal git gide gücünü kaybediyordu.
Bağışıklığının hüzünden iflas etmesi sonucu hayal bir gün hastalandı. Onu var eden ailesi kahrolurken, git gide ateşi çıkıyor ve ne yapacağını bilemiyordu. Ciğerlerinin acıdığı, aldığı havanın içini oyduğu uzun bir bekleyişten sonra, hayal kendini bir anda doğduğu topraklarda buldu. En sevdiği parktaydı. Ayaklarını uzattığı çimin dokusu, sudan ona bakan aç ördeklerin kokusu, zihnini sardı. Ayağa kalktı. Burada olduğuna inanmaz bir halde sevdiği caddelerde gezdi, en sevdiği çikolatayı yedi ve burada bıraktığı insanların adresine koştu. Yeşilin egemen olduğu noktaya geldiğinde uzaktan doğduğu evi gördü ve heyecanla koşmaya başladı. Önünde onunla birlikte koşan kopkoyu bir gölge bir meteor gibi zihninden geçerek her şeyi anlamasını sağladı. Tenini yakan güneş, algısının hassas camlarını teker teker kırarken, acı dolu derin bir soluk aldı. Gözünü diktiği güneş, yeşilden mora dönerken şunu düşündü: Burada asla güneş bu kadar kuvvetle var olmazdı. Bu düşündüğü son şey oldu.
Hayal, soyut olarak zihninin çayırlarında fiziksel olarak ise köklerinin arasında, yaşamdan uzak ve yorgun bir halde ölmüştü. Yetişkin dönemini, olgunlaşma hallerini, zihne deneyim yığan tatlı yaşlılık hallerini yaşayamadan… Yine de bu buruğu kıran şey, var olmak istediği yerde ölmüş olmasıydı. Enazından zihinsel olarak. Hayal, hayal ettiği yerde, evrenler arası bir kavuşma ile ölmeyi başarmıştı…
Bu yazı, yaşam katan hayaller kuranlara, bu hayali gerçek kılmak için bol enerji ve çaba harcayanlara, kendi ve hayalleri ardında dağ gibi duranlara, su gibi akışta, toprak gibi bekleyişte olanlara ve yolun sonunda bir yerinden kırılan, çokça canı yanan tüm insanlığa gelsin.
Hayata katkısı olsun.
Hayallerin ne ile sonuçlanırsa sonuçlansın yenilerini kurmalı insan, hep yine yeniden… hayal kurmalı…Bir solukta okunan ve insanı kendi hayalleri ile yolculuğa çıkaran, düşünmeye sevk eden harika bir yazı olmuş..emeğine sağlık…Hayallerin, hayallerimiz daim olsun…