Buğra Gülsoy – Human Design İllüzyonları

Human Design bir İnsan Tasarımı sistemi. Hepimizin doğuştan sahip olduğu eşsiz bir harita var ve bu haritanın sahip olduğu sonsuz özellik kim olduğumuzu, kim olmaya geldiğimizi belirliyor. Fakat ortada çelişkili bir soru var: Dünyanın korku yükleyen gidişatıyla haritamızdan uzaklaştığımıza göre… Büyüdükçe olmaya geldiğimiz kişiye değil de olmaya zorlandığımız kişiye dönüştüğümüze göre… Görünür olan, içe ve dışa yansıyan tüm davranışlarımız sahiden bizi anlatıyor mu? 

Human Design sistemi kişinin yaşam örgüsünde kendini gösterir. Yani kişi insan tasarımı sistemine göre hangi merkezlere, kanallara ve kapılara sahipse, hangi tipi otoriteyi ve stratejiyi taşıyorsa, onu ortaya koyar. Peki ya haritamızdaki boşluklar? Sahip olup da doyasıya yaşayamadıklarımız? Baskıladıklarımız? Bir başkası olmak adına arada kalışlarımız? Dışarıya gösterdiğimiz harita bütün gerçeğimizin ne kadarını yansıtıyor? 

Bugün bu soruyu takip edeceğiz. 

Tam da tanıştığım kişilerin enerjilerinden ve davranışlarından haritalarını tahmin edebildiğimi düşündüğüm bu dönemde bunun bir yanılgı olduğunu anlatan bir karşılaşma yaşadım. Bu hafta İbrahim Selim’le Bu Gece adlı programın Buğra Gülsoy’un konuk olduğu bölümünü izledim ve tam bir tasarım şenliğiyle karşılaştım. İbrahim Selim belirgin bir şekilde jeneratör enerjisi taşıyor. Dipte mizahi bir akıntıyla yönlendirdiği programında çoğu zaman tatlı sohbetler gerçekleşiyor ve kahkahalar eksik olmuyor. Buğra Gülsoy’un bölümünde dikkatimi ilk çeken şey, İbrahim Selim’in aldığı cevaplar karşısında şakayla karışık bir şekilde “onu anlayamadığını” söylemesi oldu. Çünkü Buğra Gülsoy her soruyu bir davet olarak algılıyor ve bu itilimle özden cevap veriyordu. Bir projektör olduğuna ikna oldum fakat bir oyuncu olarak bu tempoya nasıl dayandığını bir soru işareti olarak kenara koydum. Cevaplarının çoğunu sezgisel bir şekilde Dalak Merkezi’nin sesiyle verdi. Bu yüzden cevaplarının içerisinde “sezgi” kelimesi de birkaç kez geçti. İlk trajik hata burada başladı: Kesin bir şekilde projektör olduğuna inandım. Dünyanın üzerimizdeki ağırlığını hesaba katmadan, tüm değişkenleri değerlendirmeden aslında bir yargıda bulunmuş oldum. 

Buğra Gülsoy “Gözlerimin İçine Bak” adlı bölümde tembellik seviyesi sorusuna “Epey bir tembelim” şeklinde yanıt verdi. Aslında bu çok tanıdık bir Projektör koşullanmasıdır: Bir projektör enerji merkezine sahip değildir, tanımsız Sakral merkezine enerjiyi dışarıdan alır, 7/24 pil gibi çalışmak için doğmamıştır ve sırf bu yüzden tembel sanılıyordur. Duyduklarım ve gördüklerim adeta onun bir projektör olduğunu doğrulamak üzere harekete geçti. 

Yine aynı bölümün sorularından birine “Aşık olmuyorum” cevabını verdi, o duygunun gençlikte yaşadığımız kimyayla bağlantılı olduğunu söyledi. Bu noktada Solar Pleksus yani Duygular merkezinin tanımlı olmadığına emin oldum. Yakınlaşmayı itilim ve çekilim olarak tanımladığı için kalbin tanımlı olma ihtimali ortaya çıktı ve iki dakika sonra beni şaşırtan bir şekilde “Baba olduktan sonra daha çok kalp merkezine aldım kendimi” cevabını verdi. Böylece onu bir Projektör yapan merkezin kalp olduğunu düşündüm. Kalp merkezinin kökleri kabile algısına bağlıdır. Kalbi tanımlı kişiler kabilelerini destekler, onlar için düşünür, kazanır, çalışır; sahip oldukları motor gücü onlar için kullanırlar. Evlat kabilenin merkezi değilse nedir? Dolayısıyla Kalp Merkezi normalde tanımsızken çocuğunun tasarımıyla birleştiğinde tanımlanabilir. Bu iki tasarımın birleşiminden doğan kuantum bir etkidir. 

Projektörler jeneratörlere göre daha yavaş ve sezgisel konuşurlar. Buğra Gülsoy biraz önce bahsettiğim cevabının ardından kısa bir es verdi ve “…aklımdan” diye ekledi. Jeneratör hızına ve kontrolüne alışık olan İbrahim Selim gülerek “Ben niye seni zor anlıyorum?” dedi. Farklı iki tasarımın kuantumda yaşadığı zorluğu anlatan şahane bir andı. Bu an bana Buğra Gülsoy’un tanımlı Boğaz Merkezine bağlanan kanallarının Dalak Merkezinden geldiğini düşündürdü. 

Yani sesi sezgilerine bağlı…

Cevaplar anın içinde doğuyor…

Anın içerisinde filtrelemek pek mümkün olmadığı için kişi otomatik bir şekilde tartım yapıyor ve yavaş yavaş, tane tane, dingin bir şekilde anlatıyor. 

Sezgi merkezinden çıkan ses yüksek bir tonda seyretmiyor.

Buğra Gülsoy bir yerde “…hep hislerim ve sezgilerimle hareket ederdim.” diyor ve muhtemelen kalp merkezinin tutkusunu hisleri olarak algılıyor. Kalp merkezi ve Solar Pleksus’un en büyük karmaşalarından biri budur: Duygular kalbe aitmiş gibi görünür oysaki kalp; güç, otorite ve  iradenin merkezidir. 

“Bir işe kalkışacaksam, seçim yapacaksam sezgilerimle hareket ederim” diyor, fakat ilerleyen bölümlerde verdiği derin cevaplar bana 20-34 Uyanış Kanalını hatırlatıyor. Yani başa, tipinin Projektör mü yoksa bir Jeneratör mü olduğu sorusuna geri dönüyorum. 

Ve yine birçok kişiye şaşırtıcı ve komik gelen bir cevap bir saniyede netlik kazandırıyor. Buğra Gülsoy bir totem olarak “Hı hı” sesini kullandığını söylüyor, yani Sakral nerkezin sesini. Bir jeneratör olduğuna emin oluyorum ve müthiş bir şok yaşıyorum. 

Hani projektör olduğuna emindim?  

Hemen bana projektör olduğunu düşündüren şeyin ne olduğunu bulmaya çalışıyorum. Muhtemelen dokuz merkezin içerisinde yalnızca Dalak Merkezi, Sakral Merkez ve Boğaz Merkezi tanımlı. Tasarımın iskeletini sezgiler, korkular, hayatta kalma güdüsü, enerji, birikim, çekicilik, anda aktarım, ifade ve gerçekleştirme oluşturuyor. Buğra Gülsoy tanımsız merkezlerini olabildiğince esnek ve özgür yaşıyor. Böylece koşullanmalardan kendini azat ediyor. Tanımsız Baş ve Zihin Merkezi dışarıdan aldığı kaygıya ve korkuya cevap vermiyor. Tanımlı Boğaz Merkezi sezgileri aracılığıyla anda, doğallıkla konuşmasını sağlıyor. Tanımsız Benlik Merkezi her şey olabilme noktasında ve bir oyuncuya hizmet edebileceği en güzel konumda işliyor. Fakat yine de ilişkiler söz konusu olduğunda tanıma ve sevgi yoluyla etki alabiliyor. Tanımsız Solar Pleksus dışarıdan gelen duyguları filtrelemeden kabul etmiyor ve bence gördüğümüz dinginliğin mimarı bu merkez. Tanımlı Sakral Merkez, yani enerji yalnızca sezgilere ve korkulara bağlandığı için kişiye eylemsel ifade kazandırmıyor. Evet bir enerji var fakat enerji sezginin itilimi ile hareket ediyor. Tanımsız Kök koşullanmalarından biri olan zaman yönetimsizliği ve acelecilik Buğra’ya pek uğramamış gibi görünüyor. Tüm bu düşüncelerin sonunda hızlı bir şekilde karar verip bir illüzyona inandığımı fark ediyorum. Buğra Gülsoy bir jeneratör fakat kendine has bir Jeneratör. Dünyada milyonlarca jeneratör tipini taşıyan insan olabilir fakat hepsi sistemin  hep söylediği gibi biriciktir. Benzer özellikleri taşımak benzer olduğumuz anlamına gelmez. Dünyada milyonlarca projektör var fakat hepsi kendi genetik mührünü taşıyan eşsiz projektörler. Dolayısıyla karşımızdaki kişinin İnsan Tasarımı sistemine göre tipini tahmin ederken bile sonsuz olasılıklar içinde yüzüyoruz.

Bu harita bana Projektör görünümlü Jeneratör etkisini tanıtmış oldu. Her şeyin tahminden öte, olduğundan derin, göründüğünden daha net olduğunu hatırlattı. 

Dilerim hepimiz haritalarımıza sahip olduğumuz sürede, yani bir ömürde, ne kadar eşsiz olduğumuzu anlar ve tadarız. 

Hayata ve ruha katkı olsun.

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer