Özgün Editör Bakışı

Ben kitap fikriyle oluşturulmuş bir metni tasarım haline getirmeyi amaç edinmiş bir editörüm. Yani metnin kitap olma düşünü tasarlarım. Bunu yaparken yazar ve okur arasında “düşünce çevirmeni” olmak gibi bir işlevim var. Yani yazarın sözcüklerden kurduğu dünyayı okurun adım atabileceği bir hale getiriyorum. Bazen önüme gelen bir dosya bir gezegen kadar sıradışı fakat dünyadan uzak oluyor bazen de bir teraryum kadar özenli fakat bir fanusun içinde sınırlanmış olabiliyor. Her editör önüne gelen dosyaya kendi birikimi, dikkati ve ilgi alanı ölçüsünde etki ediyor. Yani bir dosyayı on farklı editöre verecek olsanız, on editörün bambaşka yerlere dikkat ettiğini, bambaşka noktaları düzenlemeye çalıştığını göreceksiniz. Dolayısıyla çalışma başlıklarından noktalama işaretleri ve yazım kurallarını çıkardığımızda geriye özgün bir editör bakışı kalıyor. 

Bugüne kadar ben bir editör olarak bana ait olan bakışı yalnızca dosyaların içindeki notlarda yazarlarımla paylaştım. Şu an okumakta olduğunuz yazıyla birlikte ise artık yeni bir paylaşım noktası oluşturmayı düşünüyorum: Özgün Editör Bakışı. Yani birazdan okuyacaklarınız bir kitap yorumu değil, bir editörün kitapta ağına düştüğü şeyler olacak. Birazdan okuyacaklarınız bir eleştiri değil, bir editörün kitap tasarım anlayışı olacak. Bunu özellikle söylüyorum çünkü editörlüğün alanına ister istemez eleştiri dediğimiz kavram giriyor. Editörlüğün iş tanımı oluşturulmuş bir metni her yönden incelemek ve bütünlüğü bozan parçaları belirlemek. 

Her zaman başak burcu özelliklerinin bir editör için önemli olduğunu düşünürüm, bu yüzden bu burca mensup oluşumla övünürüm. Bütünün içindeki çıkmaz sokakları bir bakışta görme yetime güveniyorum. Özetle bundan sonra bu başlık altında yayımlayacağım yazılarda bir editör olarak bana ait olan tasarım başlıklarını göreceksiniz. Hazırsanız başlayalım…

Maud Ankaoua adlı yazarın Yan Pasaj tarafından yayımlanan “Artık Bensiz Asla” adlı kitabını çok sevdiğim bir arkadaşım hediye etti. Yazarın bundan önceki iki kitabı da epey ses getirmiş ve sevilmişti. Dolayısıyla bu yazarın sesini merak ediyordum. Onunla ancak üçüncü kitabında tanışabildim. Yazarın bizi hikayenin içine hızlıca dahil edişi, karakterleri net bir şekilde önümüze çıkarışı hoşuma gitti. Kitaba başlar başlamaz hemen yazarın çağırdığı tempoya girebildim. Fakat aynı zamanda kitabın sonunu da öngörebildim. Bu bana şunu hatırlattı: Hani bazen bir diziye başlarız da senaryonun gidişatını şıp diye çözeriz, o an hem bir rahatlama olur hem de büyü bozulur ya… O andan itibaren ne olacağını bildiğimiz bir şeyi takip etmeye başlarız. İşte kitapta bunu hissettim. Kadın bir yolculuğa çıkacaktı ve muhtemelen daha ilk sayfalarda çizdiği kontrolcü yönünü bu yolculukta sınayacaktı. Dediğim gibi de oldu…

Yine bu konuya bağlı bir şekilde yazar, anlatmak istediği kişisel gelişim türünde bir içe dönüş yolculuğunu ve paylaşmak istediği bilgileri, kaynakları önümüze yine aynı metotla sunuyor. Üç kadın kahramanımız yolculuk boyunca insanın bütünlüğü ve kendine bağlılığı üzerine konuşuyorlar. Her sohbet bir kişisel gelişim seminerine dönüşünce karakterler tipleşmeye başlıyor. 

Hayatını kökten değiştirmiş ve kendi içinde bir yolculuğa çıkmış bir bilge,

Kendisine iyi gelmeyen bir ilişkiye ve insana bağımlı olmuş, kişisel gelişimi zırvalık olarak gören, önyargılı ve mantık kanalları aktif bir avukat,

Neşesiyle korkularını gizlemeye çalışan, beslenme biçimine ve yiyeceklere bağımlı, yeni deneyimlere açık, yaklaşım olarak ikisinin orta noktasında duran bir köpekli bir kadın.

Roman boyunca bu üç kadın ve yol üzerinde ziyaret ettikleri kiliselerin din adamları arasında sürekli yoğun bir sohbet gerçekleşiyor. Karpman’ın suçlayıcı-kurtarıcı-kurban üçgeni, dışarıda hiçbir şey yok felsefesi, şema terapi, aşkın dört hali, Tanrı insan ilişkisi, ilahi olan ve sınırlı olan, sevginin kapsayıcılığı, öze bakış, beynin üç yapısı, duyguların kimyası, hayal gücünün vizyonu ve daha sayamadığım birçok felsefi, ontolojik ve psikolojik konu kitap içerisinde işleniyor. Yazar tüm bilgileri gayet güzel bir sıralamayla ve kaynak göstererek yapıyor. Kitap bu açıdan çok doyurucu fakat Bu derin konuşmalar o kadar çok ki bir süre sonra kitap homojenliğini yitiriyor. Kahramanlarımız uyuyor uyanıyor , O bir sayfa içerisinde nerede kaldıkları ve ne yediklerinden bahsediliyor sonra yola çıkar çıkmaz daha iki adım atmışken dan diye çok derin bir konuya geri dönüyorlar. Kitabın iyileştiren ve adeta terapi yapan kısmı kalın çizgilerle kendini belli ediyor ve bir süre sonra hikâyeyi ele geçiriyor. Ben bir okur olarak da editör olarak da böyle bir yoğun bilgi paylaşımının ya kişisel gelişim kitabı olarak güzel bir şekilde tasarlanmasını tercih ederim ya da hikâyenin içine doğal bir şekilde örülmesini isterim. Bu kitapta hikayeler yalnızca bilgiyi verebilmek adına bir araç olarak kullanılmış. Durum böyle olunca kahramanımız sürekli tekrar tekrar aynı şeyleri söylüyor, sevgilisinden mesaj beklemesi, ondan bir türlü vazgeçememesi ve vazgeçemeyişini anlatışı yüz sayfa sürüyor. Kahraman her vazgeçemiyorum dediğinde yazar yeni bir bakış açısı sunuyor. Yani hikaye ilerlemiyor, derinleşmiyor, yalnızca diyalogların anlattığı içerikler derinleşmemizi sağlıyor. Bu da bir bütünlük değil, aynı kitabın içinde iki farklı şeyi okuyormuşçasına bir ayrılık yaratıyor. 

Yazıyı bitirmeden önce bana bu kitabı alan arkadaşımla yaptığım konuşmadan bahsetmek istiyorum. Ona bu fikirlerimi anlattığımda kendisinin kişisel gelişim kitabı okumayı kendisinin kişisel gelişim türünde kitaplar okumayı sevmediğini ve bu kitabın bir roman içerisinde bunu yapıyor oluşunu bu yüzden çok sevdiğini söyledi. Bu açıdan bakıldığında kitap roman okumayı seven fakat kurgu dışı okuru olmayan kişiler için doyurucu olabilir. 

Sonuçta, bilgiyi öyküleştirebilen sistemli bir yazarla tanıştım. Bu kitap aracılığıyla bir hikayede aradığım homojen yapıyı anlatmış oldum. Siz de kurgu dışı okurlarından biri değilseniz veya zor bir dönemden geçiyor ve bir rehber arıyorsanız bu kitap tam size göre. Her koşulda ve olasılıkta, tanıştık iyi ki!

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer