Tanımlı Kalbin Tanımı Atatürk
Human Design sisteminde yer alan tanımlı kalp merkezini tanımlamak oldukça zordur. Sisteme ve kitaba göre net bir tanımı var elbette fakat bunu güncelde, yaşamın içindeki işleyişiyle algılamak çok zor. Bugüne kadar kime anlatmaya çalıştıysam hep kavraması en zaman alan şeylerden biri bu konu oldu. Çünkü insanlığın büyük bir çoğunluğunun kalbi tanımsız.
Bu ne demek?
İnsanlığın büyük bir çoğunluğu tanımsız kalbin esintisiyle kendini kanıtlamak için durmadan çalışıyor, bir şeyler yapıyor, hayır demesi gereken şeylere evet, evet demesi gereken şeylere hayır diyor, maddi olarak hakkını talep etmekte, çalışarak kazandığı parayı istemekte zorlanıyor ve kendini kanıtlamak uğruna adanıyor. Kalp tanımı içinde muazzam bir güç barındırıyor. Güç dediğimiz kavramın çekirdeğinde ise enlerin hafızası bulunuyor. Tanımlı bir kalbin gücüne sahip olan biri tarihe iz bırakan bilge bir lider de olabilir bir diktatör de. Biz olmanın bilinciyle yani aslında kabilenin motor gücüyle hareket eden bu insanlar ikna edici, paraya erişimi olan, içinde bulunduğu topluluklar içerisinde kendine bir yer edinebilen ve buraya ait olma arzusu duyan, saygı talep eden, ihtiyaçları gören ve bu ihtiyaçları karşılamaya çalışan yapıda olabilirler. Kalp merkezi egonun merkezidir ve kalbi tanımlı kişiler egolarıyla kurdukları ilişkinin ışığında kendi gölgelerini inşa ederler.
Human Design öğrenmeye başladığım ilk zamanlardan beri kalp tanımı deyince aklıma Atatürk gelir. Mustafa Kemal Atatürk’ün kalbi tanımlı ve benim için kendisi, sağlıklı bir tutkuyla çalışan kalp merkezinin temsilcisi. Bunu söylüyorum çünkü Human Design anlattığım herkeste şöyle bir karmaşayla karşılaşıyorum: Bu haritada gördüklerim ben miyim?
Hayır, siz haritanız değilsiniz. Haritanız olmaya geldiğiniz yegâne potansiyel. Peki siz potansiyelinize merhaba diyebilecek yollardan geçtiniz mi? Olduğunuz kişiden, özünüzden saptınız mı? Yolunuzu değiştirdiniz mi? Bu soruların cevabı sizde. Tanımlı bir kalp merkezine sahip olabilirsiniz, peki bu tanımı yaşayabiliyor musunuz? Sorumuz bu. Bazı tasarımlar kalbinin tanımını tadamadan, gücün bencillik olduğu inancının gölgesiyle, ben dersem yalnız kalırım korkusunun göbek bağıyla, tasarımını yaşayamadan bedenlerinden göçüp gittiler. Bazı tasarımlar kalbinin gücünü o kadar koyu, o kadar gaddar bir yerden yaşamayı seçti ki ego merkezinin gücü tasarımın geri kalanını taşıyamaz oldu. İşte böyle bir ahval ve şerait içinde Atatürk benim idolüm oldu. 10 Kasım’da bir dizinin ikiye bölünmüş haliyle vizyona giren Atatürk dizisinin ilk filmine gittim. Filmin akışından bağımsız olarak karşımda kalbinin tanımını yaşatacak şekilde kurgulanmış bir Atatürk gördüm ve çok etkilendim. Öncelikle Aras Bulut İynemli’yi bu başarısından dolayı tebrik ediyorum. Aras Bulut’un sistemden ya da Atatürk’ün Human Design Tasarım Haritasından haberdar olduğunu sanmıyorum. Rolü için yoğun bir çaba gösterdiğini okumuştum fakat karşımda Atatürk’ün haritasını birebir canlandırmış, artık yalnızca fikirlerde var olan bir tasarımı bedenen diriltmiş bir oyunculuk görmeyi beklemiyordum. Filmi izlerken bu açıdan mest oldum.
Öncelikle Atatürk bir projektör. Yani davete icabet eder. Human Design öğrenmeye başlayan herkes onun bir jeneratör olduğunu düşünür çünkü ülkesine adanmıştır. Oysaki Atatürk lider olma potansiyeliyle doğan ve çevresindeki jeneratörlerin enerjisini yöneterek başarıya ulaşabilen bir projektördür. Film boyunca davet aldığında konuşan ve söylediği tek bir şeyle dikkatleri üzerinde toplayan bir Atatürk gördük. Jeneratörün tükenmeyen pilli enerjisini değil; bazen günlerce hiç durmadan çalışan bazen de hiçbir şey yapmadan durabilen birini gördük..
Dışarıdan aldığı enerjiyi kullanan fakat bu enerjiyi aldığı kişiler hususunda çok seçici olan bir adam gördük. Kim olduğunu çok iyi bilen, benliğine sadık ve benliğinin bir parçası olarak gördüğü memleketi düşmana teslim edildiğinde inandığı değerler paramparça olan bir Mustafa Kemal gördük.
Genç yaşta arkadaşlarıyla bir şeyler içerken onları ülkenin yönetiminde yetkili olarak görevlendirdiği bir sahne gördük. Arkadaşları güldü ve onun hayalci olduğunu düşündüler. Oysaki o hayal kurmuyor, planından bahsediyordu. Kendisine sen ne olacaksın diye sorulduğunda “Ben sizi o mevkiilere getiren kişi olacağım.” dedi. Bunu söyleyen tanımlı kalp, Kurtuluş Savaşı’nın sonunda kendisini padişah ilan etmeyi seçmedi. Biz burada kendini bir dünya idealine adamış kalbin ok gibi hedefine uzanan arzusunu gördük.
Atatürk’ün tasarımında kalbinden dalak merkezine uzanan bir kanal var: Teslimiyet, aktarıcı tasarımı. Bu kanal kalbin mantık odacığıyla çalışıyor. Bu kanala sahip olan kişiler muazzam bir ikna gücüne sahip oluyorlar. Bir şey tavsiye ettiklerinde, tanıttıklarında ya da bir şeyi satmaya çalıştıklarında kolayca kişilere ve kitlelere ulaşabiliyor ve onları deneyime ikna ediyorlar. Mustafa Kemal Atatürk o dönemin koşulları içerisinde bu toplumu Cumhuriyet fikrine ikna etti. Bu bir kalbin kendi tarihinde elde edebileceği eşsiz bir başarıdır.
Filmin her anında Atatürk’ün hareketlerinde, jest ve mimiklerinde manifesting jeneratörlere has sabırsızlık yoktu. Yavaş değildi, sakin ve keskindi. Bu da beni etkileyen en önemli parçalardan biri oldu. Filmi hem bir oyuncu hem de bir Human Design yolcusu olarak izleyince ortaya böyle izlenimler çıktı işte. Bu yazıyı yazmak istedim çünkü tanımsız kalp merkezine sahip biri olarak bu tanımsızlığı sağlıklı yaşamak için çok çalışıyorum. Tanımsız kalp merkezine sahip biri olarak daha bir hafta önce, belirli konularda sınır çizmenin keskinlik olduğu inancımı bulguladım. Ben bu işi çok iyi yapıyorum ve bu karşılığı hak ediyorum demenin kibir olmadığını daha yeni anladım. Birine “Bunu yapamam” demenin de yaşamın sevdasına dahil olduğunu fark ettim. Tüm bunları Atatürk kadar zarif yapabilmeyi, alçalmayan bir gönül ve kirpileşmeyen bir kibir yaratmayı diliyorum.
Bu yazıyı tanımlı kalpleri anlamaya çalışan tüm tanımsız kalplere adıyorum.