Taşınmak/Kendinin Yeni Bir Versiyonuyla Tanışmak

Yılbaşı sofrasında tam 17 ay sonra ilk rakımı içmiş ve bu yıl taşınmayı dilemiştim. 5 Ocak’ta aradığımız evi bulduk ve taşınma kararı aldık. Hiç bu kadar kısa sürede gerçekleşen bir dileğim olmadı. Bu bir ilk. Anlayacağınız 2024 sürprizli başladı. Tabi işin içine taşınma girince, bir de bu koşturmacanın merkezine bebeğimi yerleştirince yeni yılın yazıları aksadı. Kar gelmeden taşınmayı başardık. Şimdi bu satırları yeni evimin çalışma odasında yazıyorum. İlk defa “kendine ait bir oda” kavramının hazzını yaşıyorum. 

Günlerdir evin içinde dolaşıyorum. Saat başı kucağımda oğlumla odaları geziyor, pencereden dışarı bakıyorum. Kim bilir kaç kez bakacağız bu manzaraya… Odalardaki ışığı ve gölgeyi tanıyorum. Yeni evin yeniliği üzerimden gitmiyor. Kendime alışmak için zaman tanıyorum. Çünkü taşınmak yalnızca bir mekândan çıkıp başka bir mekâna yerleşmek değil ki… Taşınmak, insanın sahip olduğu versiyonu terk edip yeni bir versiyona adım atması demek. Taşınmak, kabuk değiştirmek. Taşınmak, duvarları değiştirmek. Taşınmak, bambaşka bir mekânda alınan solukla dönüşmeye izin vermek. Taşınmak hem gitme hem de varma hali. Taşınma, ortaya dökülen eşyaları bütün olarak görmek ve hepsini yeniden yerleştirmek demek. Taşınmak, evin ve eşyanın ruhuna rehberlik etmek demek. Taşınmak, seçim yapma şansının hatırlanması. Taşınmak, içimizdeki kuşu hatırlamak ve kimliğimizin ağaç olma takıntısını terk etmek. Ta ki yeni eve, sokağa ve semte köklenene kadar…

Her taşınmanın bir hikâyesi vardır derlerdi, sahiden de çok doğru. Neredeyse iki yıldır istiyoruz bunu fakat hayat sürekli araya giriyor ve içimizdeki o köklü ağaç bir türlü kıpırdamıyordu. Vizyon ağaç olunca hareket edemeyişimizi yadırgamıyorduk. Fakat zaman geçtikçe kökler kelepçeleri dönüştü. Biz yeni versiyonumuzu sahiplenmeye hazır olana kadar eski evimizin hikâyesini sürdürdük. Günlerdir bu dönüyor hem aklımda hem de yüreğimde. Şimdi size bunun hikâyesini anlatmak istiyorum.

İstanbul’a taşınma kararı verdiğimizde en önemli üç kriterimiz; evin güneşli olması, yeşile bakması ve merkezi bir yerde olmasıydı. Eski evimizi gördüğümüzde “Tamam, budur.” hissi uyandı ve evi tuttuk. Öncesinde Berlin’de yaşadığımız ve henüz yeni evlendiğimiz için Türkiye’de bir evimiz yoktu. Bu yüzden bütün eşyalarımızı yeni aldık ve hepsini o evin çehresine, köşelerine, hacmine göre seçtik. O ev çeyizimi karşıladı; işlemeli havlular, yepyeni çarşaflar, kanaviçeli yastıklar, tülbentler, patikler, şallar… Eve ihtiyacımız olmayan hiçbir şey almadık. Minimalist bir bakış açısıyla her şeyi kullanıma açtık ve sınırlı sayıda alışverişle kolayca yerleşmeyi başardık. Çok büyük bir ev değildi fakat bize yetiyordu. İlk yıllarımız şahane geçti. Evin önündeki ağaçlara bakarak onlarca şey yazdım, kim bilir kaç tane dosyanın editörlüğünü tamamladım, ödüller aldım, edebi yenilgiyi tattım, eğitimler, atölyeler düzenledim, eğitimlere, atölyelere katıldım. Sonra bir gün evin önündeki ağaçlar kesildi ve o boş alanın belediye binası olarak hizmet etmesine karar verildi. Geriye yalnızca iki ağaç kaldı. İnşaat başladı. Hem benim içimde hem evin önünde. Günler gecelerce zemini delmelerini dinledik. Yaz günleri pencereleri açınca durum işkenceye dönüştü. Her gece ikiye üçe kadar kamyonların sesini dinledik. Polisi aradık fakat izinleri olduğu için yapılacak bir şey yoktu. Cama çerçeveye oturan tozla birlik insan olarak ağır bir değersizlik duygusu yerleşti evimize. Sonra iki yıl boyunca perdeyi her araladığımda inşaatla göz göze geldim ve kendi içimdeki inşaatı düşündüm. Bu metafor durumu tam karşılıyordu. Çocuk sahibi olma fikriyle evimiz dolmaya başladı. Koleksiyoncu ve stokçu bir ruh hali artık işlevsiz olan minimalistliğe kapıyı gösterdi. Her boşluk, her köşe, her oda dolmaya başladı. O evde iyi kötü sayısız anımız vardı fakat babamın gidişini orada haber almak benim için geri dönülemez izler bıraktı. İnşaat yasla dolup taştı. Nihayet bahar geldiğinde doğum gerçekleşti, oğlum geldi ve inşaat tamamlandı. Ama her şey bitmiş değildi. Artık işçilerle aramızda kısacık bir mesafe vardı. Perdeyi araladığım an göz göze geliyorduk. Mahremiyete en çok ihtiyaç duyduğum lohusalık sürecinde ve anneliğimin ilk aylarında perdelerin ardında yaşadım. Evdeki sıkışıklık hali bir süre sonra ruh halimizi de ele geçirdi ve olan olmayan her şeyin alanı daralmaya başladı. Biz genişlemeye hazır oluncaya kadar hikâye sürdü. Kendime yeni bir değer belirlediğimde ve bunun “olma hali”ne büründüğümde tam da aradığımız ev karşımıza çıktı. Bu eve taşınalı henüz iki hafta olmasına rağmen art arda güzel haberler aldım. Akmayan her şey alana ve yola kavuştu. Böylece yeni bir hikâye başladı. 

Bugünlerde eviyle ve hikâyesiyle derdi olan birçok yakınım var. Ve bu öyle bir dert ki hayatı ele geçiriyor. Çünkü ev, güven duygumuzu temsil ediyor. Hayattan kaçıp başımızı soktuğumuz ve dünyadan uzak kalabildiğimiz kendimize ait o yer… Dilerim 2024 yeni bir ev arayan herkese yeni bir hikâyeye adım atabilme gücünü versin. 

Paylaşmak ister misiniz?

İPEK SÖZEN

Evrenime hoş geldiniz. Hayatta hepimizin kullandığı bir ortak noktamız var: Sözcükler. Ölümsüzlüğün icadı. Ruhlarımızın tarihini, evrenin kalbinde saklayan sihir. Bir ağacın yeşiline takılan nefes. Henüz yaşanmamış/solunmamış bir tarihin ayak sesleri. Arayışın ‘Daima!’ diye bağıran izleri...

Diğer